Bugün konuğumuz ölümün ve aşkın hisli şairi, “Yaş 35 yolun yarısı eder” deyip 46 yaşında hayata gözlerini yuman Cahit Sıtkı Tarancı. Tarancı 4 Ekim 1910 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelmiş. Çocukluğuna dair pek bir şey bilmiyoruz ama kendisi için çocuk olmak ne demek anlattığı şiirini biliyoruz. Çocukluk adlı şiiri bize özlem duyduğu çocukluğunu anlatır gibi.
Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!
Doğunca bir isim verilir bize fakat büyüyünce bu yetmez, insanlar ismimizin yanına unvanlar, sıfatlar koyar bir kimlik oluşturur. Şiirin başında bundan yakınıyor Tarancı, artık ne yaşım var ne adım derken. Şiir boyunca da çocuğun mutluluğunu, dertsizliğini anlatıyor. Bir de çocuğun dünyaya bakışını anlatıyor. Bir yetişkin ve bir çocuk aynı yere bakınca aynı şeyi görmüyor çoğu zaman. Düşünelim, bir baba bir oğul bir fıskiyeye bakıyor. Çocuk şunu düşünür,
Bu bahar
havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Baba şunu düşünür, verdiğimiz vergiler buna mı gidiyor, bu su yeniden kullanılıyor mu, bu kadar suyu ben kullansam ne kadar fatura gelir. Bundan olacak ki Cahit Sıtkı “Hiç bitmese horoz şekerim!” diyor, büyümemek için.
Peki ismi nereden geliyor şairimizin? Asıl adı “Hüseyin Cahit”. Rivayete göre ailesi pirinç ekimiyle uğraşıyordu ve bu yüzden akrabaları ailesine Pirinççioğlu diyordu fakat soyadı kanunu çıktığında pirinç ekiminden zarar eden şairimizin babası Sıtkı Bey pirince sinirlenip çiftçi anlamına gelen Tarancı soyadını alıyor. Çiftçilik deyince de Cahit Sıtkı’nın o muhteşem şiiri aklımıza geliyor. Memleket isterim.
Orta öğrenimi için Fransız Saint Joseph Lisesine, lise eğitimi için ise Galatasaray Lisesi’ne gitti. Şiir yazmaya da Galatasaray Lisesi’nde başlamış.
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Galatasaray Lisesi’nde de şöyle ilginç bir hikayesi vardır Rivayete göre okul yıllarında tüm arkadaşlarının sevgilisi varken Cahit Sıtkı’nın yokmuş. O, kendisini çirkin sandığı için de kimseye yanaşamaz, utangaç olduğu için de bunu asla söyleyemezmiş. Sınıfta, yatakhanede arkadaşları hep sevgililerinden gelen mektupları birbirlerine okur caka satarlarmış. Bazen de şairimize takılırlarmış. O da gizlice kendi kendine haftada bir-iki mektup yazmaya başlamış. Yazıp postaya atar, sonra da mektupları sevgilisinden geliyormuş gibi alır arkadaşlarına okurmuş. Bu mektupları o kadar romantik olurmuş ki, bir süre sonra, arkadaşları da postacının yolunu büyük bir merakla beklemeye başlamışlar. Bunun üzerine insan Tutsam Ellerinden Ağlarsın şiirini okuyunca daha iyi hissedeceğimizi düşünüyorum;
Tutsam ellerinden ağlarsın.
Benek benek büyür karanlığım.
Nokta nokta korkutur seni.
Tutsam ellerinden ağlarsın
Toprak kokar avuçlarım, kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara,
Işığa çıkınca bir karışım.
Tutsam ellerinden ağlarsın.
Doğduğum köyü bir bilsen.
Gece gecemden büyük,
Acısı acımdan derin.
Tutsam ellerinden üşür ellerin!
Lisedeki bir başka anısını da bir arkadaşı şöyle anlatıyor,
“Cahit, Galatasaray’da bizden dört beş sınıf büyüktü. Alt sınıflarda okuyan bir akrabasını görmeye gelirdi. Biz de o zaman kendisini görürdük. Okulun, Yaşar Nabi, Ziya Osman Saba ile birlikte dergilerde şiirleri basılan üç isminden biriydi. Ufacık tefecik, zarif, çok efendi bir hali vardı. Hani teneffüste ayağına bir top çarpsa, çamurlanmasın diye ayağının ucuyla dokunan tipler vardır ya, onlardandı. Tertemiz giyinirdi. Küçücük zarif ayakları ve hep boyalı iskarpinleri vardı. Gel zaman git zaman, Diyarbakırlı Cahit, Türkiye’nin en ünlü şairlerinden biri oldu. Müstesna incelikte, bütünüyle kendini şiire adamış bir insandı. İnsan onun hesap yaptığına, günlük alelade şeyler konuştuğuna inanamazdı. Belki de bunlardan çok uzaktı.”
Bu naif şairin sevda dolu şiirleri de kendisi kadar naif. Mesela “Desem ki” şiiri, hayran olmamak mümkün değil. Sizlerle yine “Desem ki” tadında bir şiir paylaşmak istiyorum;
Biz neredeyiz sevgilim
Gecesi benden, mehtabı senden
Bir bahçesi var ki aşkımızın,
Mevsimlerdir dolaşırız, bitmez.
Kim demiş ki zamanla gül solar?
Bülbül hiç yorulur mu türküden?
Dilbersin işte, delikanlıyım.
Ne hikmettir bu Yâ Rab ne güzel!
Herhalde yeryüzünde değiliz;
Sahiden biz nerdeyiz sevgilim?
Liseden sonra çalkantılı bir mektep ve memuriyet hayatı oluyor Cahit Sıtkı’nın. Bunlardan değil de size bir askerlik anısından bahsetmek istiyorum.
Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapar, yani astsubaydır. Bir de o zamanın tabiriyle emir eri veriler emrine.
Birliğindeki künye defteri sorumlusundan aldığı deftere baktığında bir isim dikkatini çeker. Abbas oğlu Abbas. Eli çolak olduğu için muharip birlikten ayrılmış biridir Abbas. Şairimiz bu askeri görmek ister.
Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp;
-Abbas oğlu Abbas Emret komutan! der.
Cahit Sıtkı şöyle bir süzer ve sorar,
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!
Abbas’a eşyalarını toplamasını, kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını emreder.
Abbas komutanını tabir-i caizse gözü gibi bakar.
Sabah erkenden kahvaltısını hazırlar, öğlen yemeğini akşam da mezesini eksik
etmez.
Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden
daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Zaman zaman dertleşecek kadar yüreğindeki
saflığı ve sadakati sevmiştir Cahit Sıtkı
Akşamları mey sofrası kurup mezeleri hazırlar
Abbas. Yine böyle bir keyif akşamında Cahit Sıtkı sorar;
-Sen İstanbul ‘ u bilir misin Abbas?
-Bilir komutan.
-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
-Orda benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp
onu getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni
asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış.
Cahit Sıtkı sorar;
-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben istanbul ‘a gidecek komutan!
-Ne yapacaksın sen İstanbul ‘da?
-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi
getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek
istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı…
Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu
çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.
Akşam olur, mey sofrası kurulur ve Cahit Sıtkı o
meşhur şiirini kaleme alır,
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana.
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan…
Bu şiirin hikayesi aslında bu kadar değil. Bu Beşiktaşlı sevgilinin de bir hikayesi var tabi.
O hikaye de şöyle,
Bu meltemli geceler
Su sesi, ay ışığı
Uzayan türküleri
Cırcır böceklerinin,
Bu cümbüş, bu muhabbet
Bu tatlı uykusuzluk
Hep senin şerefine
Esmer güzeli yârim…” dediği
Beşiktaşlı sevgili… Lisede yazdığı aşk mektupları gibi hayali olduğu söylenir. Ancak Cahit Sıtkı’nın teyze oğlu, Reşid İskenderoğlu 1993 yılında yayımladığı anılar kitabında, yıllar sonra “Beşiktaşlı Sevgili”nin izini bulduğunu, kendisi ile görüşmek istediğini, ancak olumsuz yanıt aldığını anlatır. 2004 yılında 93 yaşında hayata gözlerini yuman, anne tarafından şairin akrabası olan Vedat Günyol’un anlattığına göreyse Cahit’in yıllarca gönlünde bir sır gibi sakladığı Beşiktaşlı sevgili meğerse kendisinin kız kardeşi Mihrimah Hanım imiş… Bunu, yıllar sonra, bir gün birlikte Paris’te dolaşırlarken Cahit Sıtkı bizzat Vedat Günyol’a itiraf etmiş. Vedat Günyol o gün çok hayıflanmış; “Ah Cahit, keşke o zaman söyleseydin, seni kız kardeşimle evlendirmeye çalışırdım…” demiş.
Ah bu şairler, sevgiliden çok sevmeyi seviyorlar bazen.
Ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölümü… Hayatının son zamanlarını geçirdiği felç dolayısıyla yatalak olarak geçirir. 46 yaşında, yolun yarısı dediği yaştan sadece 11 yaş sonra hayata veda eder. Bu şiirin incelemesini de yapmak isterdim ama bu hüzünlü hikâyeye sadece bu şiiri sizlere yazarak son vermek istiyorum.
Otuz Beş Yaş ŞiiriYaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.