Nazım Hikmet… Gelmiş geçmiş en büyük Türk şairlerinden. Kalemi kadar, yaşamı, aşkları da güçlü olan mavi gözlü bir dev. 1933 yılında ceza evine girdiğinde elini tutan Piraye’ye, 1950 yılında ceza evinden çıkana kadar yazmış olduğu mektupların bulunduğu, benim baş ucu kitaplarımdan biridir ‘Piraye’ye Mektuplar’. Hem şairin mapushane şartlarında yaşadığı zorlukları, hem aşkın kaleme düşmüş halini, hem de Nazım’ı anlayabileceğiniz bu kitaptan kalbime dokunan alıntıları sizlerle paylaşıyorum.
- Şiir yazmak istiyorum: İçli, ağır hapishane şiirleri. Fakat sen aklıma geliyorsun hazin sevgi-ayrılık şiirleri doğuyor içimden. Halbuki bilirsin ben sana ait şiirleri yazmak değil yalnız sana söylemek isterim. Onlar benim öyle mahrem hislerimdir ki bir sen bir de benden başka kimseler bilmemeli, okumamalı, duymamalıdır.
- Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım. Yıldızlara, dost yüzlerine, güzel günlere beraber, yan yana bakacağız. Seni düşünürken ben gençleşiyorum, bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol! Kuvvetli ol!
- Güzel günler göreceğiz. Edison, her şeye rağmen havasız camın içinde ateşin yanacağına nasıl inanmışsa, öyle inanmışım.
- Hayat çetin şey cicim! Hislerini kaybetmeden onu bir balta gibi yarıp geçenlere ne mutlu.
- Ben hiç bir şey olmayabilirim. Hatta şairliğim bile bir yıldız parıltısı olabilir. Fakat muhakkak ki bir şeyim, aşığım karıcığım.
- Sevgilim, birtanem. Hep rüyalarımda, aklımda, fikrimdesin. Dünyanın en güzel kitabını okur gibi seni düşünüyorum. Seni düşünerek geçen vakit, yer yüzünün en güzel musikisini dinlerken geçen vakte benziyor. Seni düşünmek, senin sesini, şeklini gözümün önüne getirmek en büyük saadetimdir.
- O kadar hiç, o kadar boş, manasız, öyle haksız yere senden uzağım…
- Senin dertlerin, asabiyetlerin, senin her şeyin benimdir.
- Elbette saçlarınız kırmızıdır. Gözleriniz bazan yeşil, bazan bal rengi…