Biraz tepeden inme bir giriş oluyor. Yazarken hatta konuşurken nasıl başlayacağımı kestiremiyorum. Sayfanın yarısına geldim üst satırlar üstü çizilmiş cümlelerle doldu.
Bugün kendimden bahsetmek istiyorum. Böylelikle ben de bir şeylerin farkına varabilirim. Yazmak böyle değil midir? Yeterince dürüstsen kendi içini görebilirsin.
Benim hikayem fazlasıyla durağan…
Yıllarca aynı dolabın üzerinde kaldım, içimde kırmızı büyük çiçekler vardı. Uzun zamandır birlikteydik. Bir gün sıradan olaylardan biri yaşandı, tozum alınırken çiçeklerim içimden alındı. O anda sanki içimdeki boşluk kazınarak büyüyor gibi geldi. Anlam veremedim, hissetmeye başlamıştım bunu çok sonradan fark ettim tabi.
Hala düşündüğümde içimde görünenden daha büyük bir boşluk hissi oluşuyor. İşte benim kendimle savaşım bu şekilde başladı. Hissetmek güzeldi ama her şey benim için çok yeniydi. Tepkilerimi ve düşüncelerimi yönetemiyordum bir yandan da bu zamana kadar nasıl geçirmişim zamanımı diye düşünmeden edemedim. İşin aslı onlara bu kadar bağlı olduğumu bilmiyordum. Geri geldiğinde eskisinden daha güzeldi ve hoş kokuyordu.
Şu an kendime çok kızıyorum. Çünkü içten içe onları küçümsemiştim gerçek olmadıkları için. Onları seviyordum ama bir yandan gerçek olmalarını istiyordum. Ama ben bir saksı değildim eğer çiçeklerim yapay olmasaydı beni birkaç güne bırakıp giderlerdi. Onu bu şekilde yargıladığım ve güzel taraflarını yok saydığım için üzgünüm. Eğer gerçek olsaydılar onların ölmesine izin verdiğim için kendimi suçlar dururdum neden bir saksı değilim ki diyebilirdim.
Belirli aralıklarla çiçeklerim yıkanıyor geri geliyordu. Geri geleceklerini bildiğim halde hissettiklerimi bastıramıyordum. O zamanlar adını koyamadığım his, kaybetme korkusuydu. Her seferinde içimdeki boşluk daha çok büyüyor ve ona daha çok bağlanıyordum. Bir gün geldiğinde bir çiçeğinin eksik olduğunu fark ettim. O da bildiğini yakında tamamen gideceğini söyledi.
Buna hazır değildik. Hatırladığım kadarıyla uzun yıllardır bu evdeyiz ve birlikteyiz. Ondan öncesini hatırlamıyordum bile. En önemlisi ‘hissetmeye’ başlamıştım onunla.
Birçok kere düştük. Hatta birkaçında kırılacağımdan emindim (garip bir histi) ama kırılmadım.
Sonra hep kendimi düşündüğümü fark ettim, ona ne olacaktı?
Zaman geçtikçe huzursuzluğum artıyordu.
Mutsuz olmaya başlamıştım. Çiçeklerim bunun farkında mıydı bilmiyorum. Ona söylemeye çalıştım ama pek tepki vermedi. Sanırım bu durumu çoktan kabullenmişti. Hatta bir keresinde böylesinin daha iyi olabileceğini söylemişti. Gerçekten üzülmüştüm. Sanki düşmüş de kırılmıştım. Çok sinirlenmiş onu üzmek istemiştim. Keşke yapmasaymışım. Ne çok değiştirmek istediğim şey varmış.
Aradan günler geçti, iki mevsim atlattık ve ilkbahara geldik. Bir gün ben yerimden indim bir masaya konuldum. Çiçeklerim içimden alındı. O zaman fark ettim ki cansızdım ama benim de gözyaşlarım vardı. Ve ilk defa hissettiklerimle başa çıkmakta çok zorlanıyordum. Geçen zamanı daha çok hissetmeye başlamıştım ve birçok şey anlamsız gelmeye başlamıştı.
Sonra ben olduğum masada düşüp kırıldım. Neden düştüğümü hatırlamıyorum ama sert düşmemiştim. O kadar düşmelerimden sonra bu şekilde kırılmam bana garip gelse de kabullendim.
Her şeyin güzel ve çok uzun ömürlü olması gerekmiyor. Sahi bu durum insanlarda da böyle değil mi? Bazıları hayatımıza bizlere bir şeyler öğretmek, hissettirmek için girebilirler. Hiçbir şey sonsuza kadar yanımızda kalmayacak ama biz devam etmek zorundayız. Kırılmış olsak bile…
Ve ben bu şekilde hissettiklerimle başa çıkmayı öğrendim. İlk defa hissetmiş olsam bile…