En son ne zaman para harcadınız? Cevabı tamamen ücretsiz olan dergimizdeki bu yazıyı okumak için olmadığı kesin. Hatırladınız mı? Peki, şimdi soruyu yenileyelim. En son ne zaman “gerçekten” ihtiyacınız olan bir şey için para harcadınız? Hmmm, galiba burada biraz duraksıyoruz.
Tamam, ben itiraf edeyim ilk. En son aldığım şey gerekliliği tartışılır tabi: C markasına ait bir içecek. İronik olan tüm gün C markasına ait içeceklerin içildiği bir diziyi izlemiş olmam.Her gün o kadar fazla reklama o kadar fazla bize “Tüket, tüket, tüket ve mutlu ol” diyen fısıltılara maruz kalıyoruz ki. Tüketince, satın alınca daha mutlu olacağımıza dair bir algı yaratılıyor bu reklamlarda, gerçi üzülerek söylüyorum artık reklamlardan da fazlasında. Takipçisi birazcık fazla olan Instagram hesaplarında gördüğümüz hikayeler, postlar olsun o kadar fazla ürün yerleştirme içeriyor ki. Ve bizim farkında bile olamadığımız daha nice binlercesi… Hepsi, tek bir ortak çatı altında: Beni almalısın, baksana beni alan beni kullanan insanlar ne kadar mutlu nasıl da gülümsüyor yüzleri, beni aldıkları andan itibaren mucizevi bir şekilde hayat kaliteleri katlandı, hepimizin hayatta aradığı o “mutluluk” hülyasını benim sayemde buldular.Haydi, ne bekliyorsun gel sen de beni al!
Hem de bu ürünleri istisnasız herkeste görmeye başlamışsak… İşte o zaman durumumuz vahim. Birden hayat gayesi haline gelir. O çantayı, telefonu, arabayı veya makyaj malzemesini almak. Çünkü toplumdaki değerimiz taktığımız aksesuar, giydiğimiz elbise, kullandığımız araba bunlarla ölçülür ya. Daha fazla çalışırken uykumuzdan kısarız , yemekten kısarız, arkadaşımıza doğum gününde alacağımız hediyeden kısarız ve alırız o ürünü. Aman alamadığımız senaryoyu düşünmek bile istemiyorum yoksa bir sonraki altın gününe geçen senenin kreasyonundan kalma çantamla mı gideceğim, yok artık! Biz de bu senaryoyu yaşamaktansa (!) alırız tabii ki. Tam olarak da bizden istendiği gibi, ne bir sorgulama ne bir düşünme.
Herkeste gördüm, herkes kullanıyorsa iyidir, güzeldir. Peki, tamam herkeste olan bu ürünü/ürünleri aldık, artık bizde de var. Gerçekten ihtiyacımız olmayan, bize istememizin aşılandığı bizim de arzu ederek aldığımız ürünler -vaat de edildiği üzere- sizi gerçekten mutlu ediyor mu? Aldıktan yarım saat ya da üç saat sonra kendinizi hala mutlu hissediyor musunuz? Yoksa tamam buna da ulaşıldı artık “elde” gözüyle mi bakılıyor? Şekerli çikletin şekeri bitti sonuçta neden hala ağzımızda tutalım, at gitsin. Ardından farkında bile olmadan edindiğimiz tüketim bağımlılığında bize empoze edilmesi gereken yeni ürünümüzü bekliyoruz. Ve bu kısır döngü içerisinde kayboluyoruz. Mutluluğu bulamıyoruz çünkü mutluluk kavramını çok yanlış anlamlandırdık kendimizde. Yine de o fıtratımız gereği hala içimizde. Tüketimle beraber gelen bencilliği kelebek kozasına benzetirsek, kozasından kurtulup uçmayı bekliyor bu kelebek.
Kozayı yırtmanın da belli başlı yöntemleri var. İlk olarak kendinizden büyük bir amaca inanmak, sizin keyfi olarak harcadığınız paraya gerçekten ihtiyacı olan insanlar olduğunu görmek mesela sosyo-ekonomik açıdan yetersiz çocukların eğitimi. İhtiyacı olan yerine ihtiyacı olmayanı örnek aldığımız için bu konu üzerinde durmak neyin önemli olduğunu anımsamamıza yardımcı olabilir.
Sonracığıma paylaşmak kavramının farkındalığını, amacını, verdiği mutluluğu görebilmek. Örneğin arkadaşınıza aldığınız/yaptığınız bir hediyenin onu ne kadar mutlu ettiğini görmek, çikolatanın sonunu kardeşinizle paylaşmak(Aaa, bir durun ama tam olarak ikiye bölebilecek seviyeye gelmedik daha) mandalinanızı babanızın malıymışçasına sınıf arkadaşlarınızla paylaşmak. İçimizdeki boşluğu doldurabilmenin yolu bazen de karşılıksız vermektir.
Sahip olmadıklarımız yerine sahip olduklarımıza odaklanalım. Bizler bir tüketiciden fazlasıyız. Kendimizi sahip olduğumuz objelerle tanımlamaktan vazgeçelim. Düşünce denizimize yeni su kütleleri ekleyelim, kitap okuyalım, düzenli olarak yaptığımız hobiler edinelim ki kendimizi tanıyıp neyden hoşlandığımıza, neye ihtiyacımız olduğuna, neye olmadığına kendimiz karar verelim. Küçük şeyler mutlu etsin bizi. E pastanesinden pasta almaktansa, arkadaşlarımla kendi ellerimizle hazırladığımız pastayı yemek haz versin bana. Çünkü onun içinde emeklerimiz, anılarımız ve sevgimiz var. He tabii bir de kârımız.
Artık bunları gerçekleştirdikten sonra ruhumuzu da tüketip attığımız geri dönüşümden toplayabileceğimizi umut ediyorum. Lütfen bundan sonra eliniz cüzdanınıza gittiğinde bu yazıyı hatırlayın ve bir kez daha sorgulayın. Gerçekten ihtiyacınız var mı? Unutmayın para harcarsınız ve para kazanırsınız. Paranın yeri doldurulabilir fakat döktüğünüz onca alın teri, hayatınızdan çalan mesai saatleri… İşte bunları ne yaparsanız yapın geri getiremezsiniz. Yaptığınız harcamalar cebinizden değil, vaktinizden gider ve unutmayın ne kadar zengin olursanız olun hayatı satın alamazsınız.
Gerçekten günümüzdeki en büyük sorunlardan birisine değinmişsin. Yazıyı okurken en başta amaan neden okuyorum ki diye başladım ve okurken gerçekten kendimi bazı şeyleri sorgularken buldum. Bilgilendirirken aynı zamanda sorgulatmışsın bazı şeyleri ve bunu gündelik hayatımızdan örnekler vererek , söz sanatları ile anlatımı zenginleştirerek eğlendirip, düşündürerek yapman… Başka yazılar paylaşmanı sabırsızlıkla bekliyorum.
Çok teşekkür ederim, özellikle de bu karantina sırasında evden çıkamadığımız tüketip üretmediğimiz günlere anı kalsın istedim. Başka yazılarda görüşmek üzere o zaman !
Toplumunu ve toplumunun tüketim ihtiyaçlarını çok iyi bilen bir sosyolog edasıyla yazılmış bir yazı.Hem kendimi sorgulattın hem farkındalığımı arttırdın.Devamının gelmesi dileğiyle…
Teşekkür ederim, elimden geldiğinde konuya değinmeye çalıştım. Sosyoloji ilgi alanlarım içerisinde zaten yorumunuz çok sevindirdi.
Günümüz dünyasını o kadar güzel anlatmışsın ki… Tüketim toplumu olduk iyice, gösteriş seven, aldığı şeyin işlevini bile araştırmadan marka diye tapan insanlarla dolu dünya. Eminim ki senin gibi düşünen ve kendini -daha da ziyade toplumu- bu kadar güzel insanlar oldukça bazı şeylerin düzelmesi için hala umut var. Tebrik ederimm <3