Dünyadaki buzlar eridikçe insanların kalbi buz tutuyor. Kimse iyi değil! Herkes kendi çıkarlarının, kendi mutluluğunun peşinde. “Bu iyi birisine benziyor,” desek; algı yanılsamasının verdiği kalp kırıklığıyla nefret ediyoruz hayattan. İnsanlara sırt çevirip tek başına da yaşanmıyor ki. İlla kırılacak kalbin, illa dökülecek o yaş.
Yok… Yok. Yok! Mutlu bir ömür yok. Kime sorsan yorgun, kime sorsan mutsuz. Kış güneşi gibi yorgunlukların arasına mutluluk sıkıştırmaya çalışıyoruz. Oysa yaz yağmuru gibi yaşasak ya. En ufak bir şeyden mutlu olsak, hayata hep dolu tarafından baksak. Mutsuzluğumuz da o yağmur gibi gelip gitse ya keşke. Ama “keşke” işte. O kadar çıkmazda ve o kadar dolu ki beynimiz, bunun bir yolunu bile bulamayacak haldeyiz. Ne yapsak? Umursamasak mı? O zaman “O çok umursuz, böyle insan mı olur?” derler. Takmasak mı söylenenleri? O zaman da “Onun burnu havada!” derler. “Size ne benden,” desek “Burnundan kıl aldırmıyor,” diyecekler. “Ben sizin istediğinizi değil canımın istediğini yapıyorum,” desek “Burnunun dikine gidiyor,” diyecekler değil mi? Yani anlayacağınız; o burunlarını gelip hayatımıza sokacak burun severlerimiz. Sonra ne olacak? Milletçe burnumuz pislikten çıkmayacak.
Hayat; milleti, el alemi, insanları dinleyemeyecek kadar kısa. Gelin şarkı dinleyelim, şiir dinleyelim, denizi, hayvanların sesini, hatta parktaki çocuk sesini dinleyelim. Ya da silin hepsini! E biraz kafa dinleyelim…
Yüreğine sağlık ????