Bir kitabı bitirip son sayfasını kapattığınız anda hissettiğiniz duygular tarifsizdir. Hatta sonun nasıl olduğu dahi bir kitabı bitirmiş olmanın yaşattığı duyguların gölgesindedir. Zamanla kitabın üzerinizde bıraktığı etki zayıflayabilir, sonunu unuttuğunuz kitaplar muhakkak vardır. Yüzyıllık Yalnızlık romanı ise bitirdiğim günlerdeki etkisini aradan geçen zamana rağmen daha da derinleştiren tek kitap diyebilirim.
Gabriel Garcia Marquez, 2 yıldan daha kısa sürede yazdığı romanını 15-16 yıl zihninde taşıdığını ve çocukluk anılarını bu eser ile ölümsüzleştirdiğini belirtiyor.
Roman, küçük bir köyde bir ailenin birkaç kuşak sürecince geçirdiği değişimi ve dönüşümü anlatıyor. Bu aile üyeleri arasındaki olaylar karmaşık bir zaman örüntüsünde yaşanıyor. Kitap, başlangıcındaki soy ağacı ile okuru karşılıyor. Belirli isimlerin tekrar tekrar yeni kuşaklara aktarılmış olduğunu görüyoruz. Karmaşık zaman örüntüsünün yanı sıra isimlerden dolayı birbirine karışan karakterleri özümseyene kadar kitap sona yaklaşmış oluyor. Neyse ki soy ağacı elimizden tutuyor ve okuma sürecinde bize bir nebze kılavuzluk ediyor.
Savaşlar, yolsuzluklar, devrimler, cinayetler, kahramanlıklar, salgınlar, dehşet verici olaylar, aşk… Dünya üzerinde insanlığa dair her ne varsa bir örneğini bu kitapta bulmak mümkün.
Bu küçük köyde ve aslında yalnızca bir soy ağacının gölgesinde geçen bu tarihi dahi belli olmayan olaylar adeta başından sonuna kadar küçültülmüş bir dünya tarihçesi gibi. Büyülü gerçekçilik anlatımı ise tıpkı destanlar gibi tarihi edebiyata dönüştürüyor. Bu yönüyle Yüzyıllık Yalnızlık’a bir modern destan yakıştırması da yapabiliriz.
Kitaba adını veren “yalnızlık” anlatımda o kadar yoğun hissediliyor ki köyün yalnızlığı, karakterlerin yalnızlığı ve hatta hayaletlerin bile yalnız oluşu okuyucuda derin bir etki bırakıyor. Öyle ki kitaptaki yalnızlığın bir anlatım biçimine dönüştüğü dahi söylenebilir. Bu bağlamda kitapta geçen sıradışı olayların ve bunların anlatım biçiminin okuru etkileyen ilk unsur olduğunu söylemek yerinde olur.
Öte yandan eser sosyal ve siyasi olaylara değinmeyi de ihmal etmiyor. Márquez; toplumsal olayları soyağacında tanıttığı karakterlerin yaşantısının içine katıştırarak bize aktarırken bireyin duygularını, yaşadıklarını, bireysel bakış açısını da mercek altına alıyor. Bu da büyük toplumsal olayların arasında, yaşanan büyük sosyokültürel değişimler karşısında okurun karakterler ile daha güçlü bir bağ kurmasını sağlıyor. İşte tam burada okur; kitapta şahit olduğu keşmekeşin, kaosun aslında yaşamın ta kendisi olduğunu fark ediyor. Kitaptaki karakterlerin yalnızlığının bir bakıma kendi yalnızlığı olduğuna ikna oluyor. Yüzyıllık Yalnızlık; yaşattığı bu deneyim ile gerçeküstü gibi görünen dünyasının aslında gerçek dünyanın bağrından kopup geldiğini, büyük toplumsal olayların karşısında bireyin akıldışı yalnızlığını okurunun yüzüne vuruyor.
Kitabın özünden süzülen akıcı bir anlatım olmuş. Diliniz de öyle sade ve şık bir Türkçe. Yazılarınızın devamını bekliyorum. Sevgi ve selâmlar…