”İşte başlıyor oyun!” Der gibi göz kırpıyor dünya. Beş yaşımda, on yaşımda, yirmi ve ölene kadar.
Bir pencere önünde bekliyorum. Pencerenin küçüklüğü, gözüme kaçıyor ilkin. Bakıyor, görüyor ve izliyorum. Bitmeyen olaylar silsilesi, kendini büyük gösteren ama bu pencereden bile küçük canlılar… İşte hepsi gözümün önünden geçip gidiyor. Zaman, yitip gidiyor. Pencereden elimi uzatıp durduramadığım bir zaman bu. ”Dur!” Diyerek bağıramadığım.
Sesimin gücü kelimelere yetse de, dokunamıyor kimseye. Pencerenin darlığı beni boğuyor artık. Başka pencereler arıyor yüreğim sanki. Daha renkli, daha görünür.
Herkes gelip bakıyor-muş pencereye. O halde neden hiç kimse kendini göremiyor?
Sureti gösterip, ruhu göstermeyen bir pencere -imiş bu.
Adı ise dünya-imiş.