Başrollerini Berk Atan ve Gülsim Ali İlhan‘ın üstlendiği Gönül Dağı, karşılarına çıkan tüm engellere rağmen bıkmadan, yılmadan hayallerinin peşinden koşan üç kuzenin öyküsünü anlatıyor.
Dizi hayatın gerçeklerini, zorluklarını ve imkansızlıklarını yansıtması bakımından oldukça samimi geldi bana. Bu öykü Anadolu insanının öyküsü, hepimizin öyküsü. Dizideki türküler bile buram buram Anadolu insanı kokuyor. Efsaneleri, gelenekleri, alın terinin önemini bizlere bir kez daha anlatıyor bu dizi. Hayallerin ne kadar büyük olduğunun önemi yok diyor aslında bu dizi bizlere. Önemli olan bu hayaller karşısında verdiğimiz emek.
Gönül Dağı dizisi Taner’in çocukluk aşkı olan Dilek için bir uçak yapmaya başlamasıyla başlıyor. Tabii ki amcaoğulları olan Ramazan ve Veysel’de her zamanki gibi Taner’e yardım ediyorlar. Tabii en büyük payı olan Veysel’in eşi Cemile’yi de unutmamak gerek. 🙂 Tabii ki Dilek memleketine geri dönüyor, Gönül Dağı’ndan düşen taşları incelemek için. Yani o artık bir mühendis olmuştur. Dilek ve Taner karşılaştıkları ilk anda birbirlerini tanıyamazlar. Ama Taner çok etkilenir Dilek’ten, tabii onun Dilek olduğunu bilmez.
“İnsanın gökyüzündeki yıldızla, yeryüzündeki taşla arasında bir bağ vardır.”
Eee Gönül Dağı olur da onun bir hikâyesi olmaz mı hiç? Elbette var. Derler ki: Nerede bir aşığın, bir yetimin kalbi kırılsa Gönül Dağı’ndan bir parça taş kopar, ama büyük ama küçük.
“Ben bir güzel aşığım işte. Belki de aşkın kendisini seviyorum. Belki, belki de senin de ötende, senden de ziyade bir Asuman seviyorum.”
Ah Ramazan… Biz hep seni “Ne bakıyon dayı?”, “Gopek” laflarına güldük, söylediğin hüzünlü sözlerle de kalbimizi dağladın. Bizi hem laflarıyla güldüren, hem de ağlatan insan…
İzlerken bu hikâyeyi yaşayacak, hissedecek ve eninim ki gönülden bağlanacaksınız. Her cumartesi TRT 1 ekranlarında sakın kaçırmayın. 😉