Aşk Estetiği, Beşir Ayvazoğlu tarafından kaleme alınmış ve ders niteliği taşıyan bir eserdir. Kitap bir giriş yazısı niteliği taşıyan “Önsöz ve Giriş Yerine Aşk Estetiğinin Hikâyesi” ile başlamaktadır. Bunun yanında altı ana bölüm ve kitaba sonradan eklenmiş bir ek bölüm de bulunmaktadır. Her bölümün başında o bölümle ilgili fotoğraflar yer almaktadır.
Önsöz ve Giriş Yerine Aşk Estetiğinin Hikâyesi
Bir giriş yazısı niteliği taşıyan bu bölümde bizlere divan şiiriyle, eski musikiyle, estetikle nasıl tanıştığını ve Aşk Estetiği kitabını yazma öyküsünü anlatmaya başlıyor yazar. Bu yazma sürecinde etkilendiği isimleri ve kitapları da bizlerle paylaşmayı ihmal etmiyor.
Temel Düşünce
Dinle neyden kim şikâyet etmede
Ayrılıklardan hikâyet etmede
-Mevlânâ
Bu bölümün başında bizlere Mevlânâ’dan bir beyit verilmektedir. Bu beyitin Mevlânâ’nın Mesnevî’sindeki ilk beyit olduğunu anlıyoruz. Beyitte musikiden söz ediyor ve içerisinde geçen “ney” kelimesi önemli bir anlam taşımaktadır. Çünkü Mesnevî şârihleri “ney” ile Kâmil İnsan’ın kastedildiğini ifade etmişlerdir. Yani bu beyitte ney, “Elestü birabbiküm” hitabını özleyerek şikâyet eden Kamil İnsan’dır.
Bunların yanında bölümün içerisinde aslında genel olarak Müslümanların neden heykel ve resim sanatına karşı önyargıları olduğundan bahsedilmektedir.
Hüsn Ü Aşk
Yek-rengdir zebân-ı hakikatte hüsn il aşk
Bang-i hezâr şu ‘lesidir âteş-i gülün
-Şeyh Gâlib
Bu bölümde tasvir yasağı, Müslümanların neden Yunan heykelciliğine karşı bir tavır takındığı, aşk anlayışı ve Kur’an-ı Kerim’de ki en güzelle kıssa gibi konulardan bahsedilmektedir.
Bu bölümün üçüncü alt bölümünün başında bizlere “Ben bir gizli hazine idim; bilinmeyi sevdim, bilinmek için halkı yarattım.” hadisi verilmektedir. Burada bilinmeyi istemesi aşk olarak nitelendirilmektedir. Benim burada direk aklıma klasik kültürdeki aşk telakkisi geliyor. Orada aşk, Tanrı’nın kendisine duyduğu muhabbetin nesnelere yansımış enerjisi olarak nitelendirilmiştir. Evrende gördüğümüz her şeyin güzelliğiyle, çirkinliğiyle, uzunluğuyla, kısalığıyla Tanrı’nın birer parçası olduğunu yani Tanrı’nın sıfatlarının yansıması olduğunu bu sayede anlıyoruz. Mesela buna en güzel örnek Leyla ile Mecnun olabilir. Mecnun’un aşkı ruhanî aşk makamındadır. Yani en sonunda beşerî olan aşkı İlahî aşkla bütünleşmektedir.
Nakş-ı Ber-âb
Âlemi gözden geçir hem-dîde ol hurşid ile
Olma Dilbeste yine amma cihânın nakşına
-Neşâtî
Bu bölümde gerçeklik kavramı, Doğulu ve Batılı sanatçı arasındaki fark ve vahdet-i vücud anlayışı gibi konulara değinilmektedir.
Müslüman sanatçı “Vahdet-i Vücud” anlayışı sayesinde dış dünyadan kopmuş ve görünenin ardındaki görünmeyeni araştırmaya başlamıştır. Az önce bahsettiğimiz, gördüğümüz her şeyin aslında Tanrı’nın sıfatlarının yansıması olması bu durumu açıklar niteliktedir. Aslında bu duruma şunu örnek vermenin yanlış olmayacağını düşünüyorum: Dervişler. Dervişler ihtiyaçlarından fazlasını asla istemeyen, asla evlenmeyen, asla bir yere ait olmayan kişilerdir. Yani dünyanın geçici güzelliklerine aldanmayan kişilerdir. Bunun nedeni de görünenin altındaki görünmeyeni kalp gözüyle görebildikleri içindir.
Füsûn u İşve
Güzel tasvir edersin hatt u hâl-i dilberi amma
Füsun u işveye geldikde ey Bihzâd neylersin
-Bahayî
Bu bölümde girift bezeme tarzından, Müslüman sanatçının geometrik şekillerle yolculuğundan, İslam sanatında kullanılan tezyinîlikten ve İslam şehirlerinin mimarisi gibi konulardan bahsedilmiştir.
Yazının İslam dünyasında çok önemli bir yeri vardır. Üzerinde yazı olan küçük bir kâğıt parçasının bile ayakaltında olmasına razı olunmamaktadır. Yerden kaldırılıp yüksek bir yere koyulmaktadır. Bunun nedeni Hz. Peygamber’in güzel yazıyı teşvik etmesi olmuştur. Bu anlamda hat sanatı İslam dünyası için çok önemli bir yer kazanmıştır.
İslam şehirlerinin oluşmasında göçebe gelenekleri, etnik çeşitlilik ve mezhep farklılıkları büyük rol oynamıştır. Bir mahalleye önce cami kurulur, sonrasında onun etrafına külliyeler kurulmaktadır. İlk camilerde sadece namaz kılınmazdı. Bunun yanında şiir okuma, hikâye anlatma, satranç oynama gibi birçok faaliyet yapılırdı. Camiler sade yapılardı ama sonrasında süslemelerle daha görkemli bir hal almışlardır. Müslüman şehirlerine dışarıdan bakıldığında fakirle zenginin evi bile birbirinden ayırt edilmezdi. Yani gösterişten sakınılırdı. Ama artık tabii artık durum tamamen değişmiştir.
Trajik ve Epik
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyr eyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
-Erzurumlu İbrahim Hakkı
Bu bölümde Sufîlerin ölümle ilgili düşüncelerinden, trajik ve epikten bahsedilmektedir.
Sufîler ölümü sevgiliye kavuşma olarak görmektedirler. Ölümlüğü gören ve buna karşı ümitsiz bir mücadeleye giren kişinin istese de istemese de trajik biçime ulaşacağı düşünülmektedir. Kişi kaçınılmaz sona karşı isyan eder, karşısına çıkan aykırı güçlere karşı bir savaş verir ve sonucunda yenilir. O artık bir suçludur. Buna Brutus ve Sezar örneğini verebiliriz. Brutus Sezar’ı öldürmeseydi suçlu olacaktı. Çünkü Sezar Roma’yı bir felakete sürüklemekteydi. Ama Sezar’ı öldürdüğü için yine de suçludur. Yani bu durumda yüksek bir değeri gerçekleştirirken başka bir yüksek değerin yok edilmesi söz konusudur. Fakat Müslüman sanatçı bu durumu kabul etmez. Yani o ölümün zorunlu olmadığını, başka bir yol bulunabileceğini düşünür. Kahramanı hiçbir zaman iki yüksek değer arasında seçim yapmak zorunda bırakmaz. Kahraman her zaman zor durumlardan mucizevî tesadüfler, cinler, periler vb. sayesinde kurtulmaktadır. Hiçbir zaman kaderiyle baş başa kalamaz. Bu konuda belki de en güzel örnek Hz. İbrahim’in oğlunu kurban edecekken ona kurbanlık gönderilmesidir.
Hoş Sadâ
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş
-Bâkî
Bu bölümde şiirin dünyasından, şiirde kullanılan sanatlardan ve İslam’ın musikiye bakış açısı gibi konulara değinilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de şairlerin aleyhinde bazı ayetler bulunmaktadır. Bu ayetlerin bulunması İslam’ın şiiri yasakladığını düşündürmüştür. Oysaki Hz. Peygamber şiirleri severdi. Hatta Ka’b b. Züheyr’e yazdığı bir kaside için kendi hırkasını hediye etmiştir. Aslında buradan da anlaşılacağı üzere şiir yasaklanmamış, fakat belirli sınırlar çizilmiştir. Bunlarca yıldır yazılan şiirlerin de olduğunu göz önünde bulundurursak bir yasağın olmadığını apaçık görürüz. Divan şairleri şiirlerini sınırlı bir alanda, sınırlı bir malzemeyle yazmaktadırlar. Şiirin yanında musikiyi de kullanmışlardır. Kelimelerin de müzik gibi bir ahengi olduğunu düşünmektedirler.
Ben kitabı okurken çok zorlansam da tekrar okuduğumda bir şeylerin yerine oturmaya başladığını fark ettim. Özellikle sanata ilgisi olanlar için çok bilgilendirici bir kitap diyebilirim. Umarım sizler de beğenirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.
Kaynakça: Beşir Ayvazoğlu Aşk Estetiği kitabı.