Gölgesiz bir gerçek düşünülebilir ancak gerçeksiz bir gölge söz konusu dahi değildir. -Bir ağaç gölgesi olmasa da vardır fakat bir ağacın gölgesi varsa mutlaka gölge oluşturacak bir ağaç gerektirir.- İşte ruh ve beden gerçek ve gölge gibidir. Beden gerçek ruh gölge gibi görünür, hakikatte ise beden ruhun ancak ve ancak gölgesi olabilir.
Zira öyle ruhlar vardır, öyle gerçeklerdir ki bedenleri toprağın altında dahi olsa onlar dipdiri hayattadır. Ve öyle bedenler vardır ki üzenlerine kainatin en büyük ışık demetleri de düşse asla gölgeleri gözükmez çünkü gerçek olan ruhtan mahrumdurlar ve gerçeklikleri silik bir gölgeden ibarettir.
Öte yandan gölge gerçeğin aksidir. Bu hem karşıt manasına gelen aksi hem de yankı manasına gelen akistir. Gölge gerçeğe sirayet edemeyeceği için ona çarpıp geri gelir ve gölge kendini ancak gerçekle var eder, yani gölge gerçeğin zıttıdır.
Zira vahdet yalnızca Hakk’a ait bir mefhumdur.
Kainatta Allah dışındaki hiçbir şey nicel olarak iki olmadan bir olamaz.
Hakka inanmak, batılı görmek ve kabul etmekle gerçekleşir.
Ölüm ancak yaşamla, yaşam ancak ölümle var olur.
Ezelini kabul etmediğimiz şeyin ebedinden de bahsedemeyiz.
‘La ilahe’ demeden ‘illallah’ denmez.
İşte gölge de ancak gerçekle var olur.
Gerçek(ruh)’in ispatı gölge(beden)’nin varlığını gerektirmez fakat bir gölge(beden) varsa mutlak bir doğrudur ki bu, gerçek(ruh) olanı gerektirir.
Bunun sırrına eremeyenler gölgeyi hedef alarak gerçeği yok edebileceklerini zannederler.
6.yy’da müşrikler, Çanakkale’yi kuşatanlar, Bosna’ya saldıran Sırplar, Ortadoğu’ya karabasan gibi çöken ABD ve diğerleri, Mescid-i Aksa’yı öksüz bırakan İsrailliler, Doğu Türkistan’a kan kusturan Çinliler ve daha niceleri bu sırra vakıf değildir.
Onlar kılıçlarını bedenlere doğrultur ve bilmezler ki gölgeye indirilen kılıç gerçeği yok etmediği gibi gölge kılıçla temas etmediğinden kılıç körelir, indiren el bükülür.
Onlar gerçeği camide, ezanda, eşarpta, ibadette ve benzerlerinde zannettiklerinden -ki kendileri bir gölgeden ibaret oldukları için gerçeği göremezler- onları yok ederek hakikati yok edeceklerini zannederler.
Oysa camii, ezan, eşarp, ibadet ve niceleri de imanın ve hakikatin gölgesidir.
Gölge, yanmaz.
Gölge, gerçek yok olmadan, yok olmaz.
Gölgeyi yok etmek için atılan her kurşun, atanı eksiltir.
Bir tarafın eksilmesi, karşıtın birbirini var etmesinden ve mukayeseyi bir referans kabul etmesinden yola çıkılırsa, karşı tarafı yüceltir.
Tarih boyu hakikati yok etmeye çalıştığını zannedenler, hakikati daha da var ettiler.
Ve hep olmaya devam edecekler. Bunu varlıklarına ve güçlerine olan inancıma dayanarak değil davama olan inancıma dayanarak söylüyorum.
Hakikat, İsrafil’in nefesine kadar var olacak ve hakikati var etmek için batıl da yaşayacak.
•Bir Olan Gerçek•
Eşref-i mahlukat bu birbirini var eden 2 şeyin –ruh ve bedenin- bütünüyle bir araya gelir.
Birbirine karışan 2 maddenin yoğunluğunu karışmadan evvel daha yoğun olan belirler.
İşte ruh ve bedenin bütünlüğüyle oluşan, insan,
ruhun çokluğuyla var, ruhun yokluğuyla yok olur.
Hakk’ın nuru, ruha -gerçeğe- düştüğünde hakikat -nurun gölgesi- doğar.
-Yani Hakk’ın tecellisiyle ruh, hakikate vasıl olur.-
Böyle böyle ilerlediğimizde her gerçeğin, bir başka gerçeğin gölgesi olduğunun idrakına varırız.
Ta ki, iki olmadan da BİR olabilen gerçeği buluncaya dek.