Her ölüm, alnıma kazınan şeffaf birer tohum gibi
Terledikçe ruhum, tenim hakkı olan canlılığı ve yaşamı alıyor benden.
Oysa bu aralar ölüm tarlalara saklanan kuraklık sanki.
Herhalde bu devirde yalnızlığı yaşamak
sonradan kazanılmış hastalıklı bir mükâfat.
Yoksa Ramazan’ın gölgesi altında bayram nasıl gelebilirdi insana.
Bayramın sonuna doğru çocuklar yıldızlara koşuşanlardan farksızdır.
Ya günahsızlar olmasaydı? Aydınlanamazdı gök kubbe semalarımızda
Namazda içime düşen o kurgucu o yalancı sevda sendin
Koca bir neslin kanında dolaşan, insanı aldatmak için mühlet dilenen
Sen, içimdeki nefsim ve ben.
Kıyama durmam lazım, ikametin, ruhun ikametine,
nurun yakinine durmak lazım.
Öyle ki bedensiz kuşların ruhuyla ayak bastım ben bu toprağa
Daha ilk adımımda uçmak isteyişim bundandır
Hor görmeyin bir kafes kuşunu,
hor görmeyin yeşillikler arasından geçip
rüzgarı göğsüyle delememiş masum kuşları.
İstemez miydi sanıyorsunuz?
Önce özgürce uçup sonra hain bir avcının tuzağına yakalanmayı!
Her yere mi koymuşlar bundan, her sokak başında da olur muymuş bu tuzaklar?
Hele ki senin gözlerin bana çevrildiği vakit! Sahi hangi kafesteyim ben o an?
Senin gönlüne mi düştüm yoksa soğuktan çatlayan toprağın altına mı?
Neden bilinmez dersiniz ki?
Neden bilinemesin ruhumdaki yama,
daha doğmamışken çamura saplanan ben!
Neden bu yamayı saklayayım? Neden böyle bir şeyden utanmış olayım.
Bu durumdayken insan, uzanamamış, tutunamamış
Susuzluktan ölecek iken yavrusu, annenin suyu bulamaması gibi
Öldüm bir avuç dünyanın kolları arasında
Kulağıma üflenen,
beni sahtekarlıklarımla tekrar dünyaya getiren ne olsa gerek!
Yaşamak
Evet evet, sihirli sözcük bu! Yaşamak.
Akıllara sığmayandan, fikrimi zehirli yemek gibi önüme süren şey
ağaç kurduna dönüşen göz bebeklerimdir.
Küçük bir beşikteki bebeğin ilk cümleleri gibi
Bana annemi verin! Bana annemi verin diyordu.
Ve siz onu bilerek öksüz bıraktınız.
Soğuk kış günlerinde bilerek
kapı önünde bırakarak hasta olsun istediniz.
İnkarınız bile suç atmak iken
“bu yalnızlığı kime borçluyum” türküsünü söyleminiz
iliklerimde borçlu bırakmıyor, hepsi hakkı olanı alıp gitmiş.
Geriye, geriye sadece birkaç söz ve kemikler
Evet, sadece birkaç söz ve kemikler.
İçi boşalmış kemikler, hesabı görülmüş.
Borç kapanmış, defter dürülmüş.
Oysa bundan kime ne idi ki değil mi?
Birkaç kuş kafesinde bilmeden özgürlüğü istemiş
Kanunen yasak! Kafaları vurulsun, günyüzü görmesinler.
Hükümler kesilidir, sanki günyüzü gösteriliyor gibi
utanmadan bunu da dillendirirlerdi.
Hiç anlamamıştım o gün,
neden kızıla çalan günde özgürlüğüne kavuşurmuş mavi kuşlar.
Bahara doğru kanat çırpar,
yapraklar ve güllerin güzelliği kanatlarında cenneti yaşatır onlara.
Gökyüzünde uçmanın heyecanı, havada özgürlükle tanışmanın telaşı.
Göz uçlarım güneşi süzüyor, ne olur doğ artık!
Doğ ve kör et beni, dayanamıyorum bu bendeki cahil sabırsızlığa.
Karanlıkla olan bağımı kopardım yine de doğmaz mısın?
Göklerdeki kural: uçuyorsan ellerini kulak hizasına kaldır bağır.
Ey güneş sen biraz daha bekleyebilirsin!
Gönüle dökülen dile gelsin; Esselatu Hayrum Minen Nevm, Esselatu Hayrum Minen Nevm…
İsmet Özel havasında nefis bir sesleniş olmuş.. Yüreğinize sağlık.
Asıl ben teşekkür ediyorum okuyup yorumlamanız güzel, sağ olun 🙂