Güneş sana hayat verir ama gidip ona sarılamazsın. Su sana hayat verir ama altında nefes alamazsın. İçinde birden fazla mevsimler barındırırken çatıştığın tüm o duygular işte böyledir. Seni anlayamazlar çünkü senin kadar hassas değiller. Seni hissedemezler çünkü bu trende yer almıyorlar.
Uzunca vagonların olduğu bir trenin en sonunda yer alırken, en öndeki vagonun derin bir kavisle sola yöneldiğini gördüğünde, en arkadan baktığın bu kadrajın birazdan döneceğinin farkındasındır. Ben olamam. Bizim gibiler için o gerçekçiliğin sonuçları değişkenlik gösterebiliyor. Trenin sola kıvrılacağı gerçeğiyle benimsenmişken yol sana geldiğinde aşağıya inebilir, yukarıya tırmanabilir veya sağa dönebilir bile. Kasvetli bir güne merhaba dediğinde pencereyi açıp “ne harika bir gün!” diyebilir veya güneşli ılık bir ilkbahar sabahında tüm pencerelerini kartonla kapatabilirsin.
Bir olayın hatta bir kaosun içerisindeyken, haftalık planlar yapıp her şeyi mükemmel ve etrafındakilere en iyi şekilde yansıtacak şekilde hazırlarken, bir kasiste sendelediğinde basit bir olguyu başaramadığını zannedecekler. Her şeyin ne kadar mükemmel ve ileriye dönük olduğunu anlamayacaklar ve sen kafanın içindeki o harika kurguları aktaramayacağınla kalacaksın. Basit insanlar ve basit düşünceleri içinde tüm o harikalığını kimse göremeden göçüp gideceksin belki de.
Koca bir yıl içinde dört mevsim yaşarken tüm insanlar, sen gün içinde bile mevsimler geçirip durursun. İnsanlar yaz aylarında sıcak kumsallarda güneşlenirken, senin ruhun bir bayırdan poşetle kayar. Yazı tura atmak için fırlattığın bozuk para herkes için iki ihtimal beklentisinde merakla yere düşerken, sen havada geçen sürede tüm ihtimalleri zaten yaşayıp sindirirsin.
Ne sen hastasın, ne de onlar sağlıklılar. Seni sadece mevsimleri dörtten fazla olanlar anlar.