Kafasında sürekli tek bir soru dolaşıp, duruyordu. Neden?
Neden herkes bu denli kötü? Neden insanlar bu kadar anlayışsız? Neden bu denli bencil? Neden bu kadar zalim?
Sorduğu sorular gün geçtikçe onu yiyip bitiriyordu. Bu soruların cevabını alamadığı için birkaç kez intihara bile kalkışmıştı. Peki, neden intihar etmeyi başaramamıştı? Korkak mıydı, yoksa hâlâ içinde, derinlerinde bir yerde yaşamak isteyen bir şeyler mi vardı? O da uzun bir süre bu sorunun cevabını alamamıştı.
Her sabah olduğu gibi, bu sabah da yatağından kalkarken hiç uyanmak istemiyordu. Enerjisi yoktu ve hiçbir amacı da yoktu. Kalksa yine o sıkıcı işe gidecek, yolda bir dünya sinir stres yaşayacak, iş yerinde müşteriler deli edecek, gün içerisinde ailevi sorumluluklar çıkacak ve akşam olup eve geldiği zaman birkaç lokma bir şey yedikten sonra televizyon karşısında yorgunluktan sızıp kalacaktı. Kim bunları düşünerek güne başlamak isterdi ki zaten?
Yiğit bunca olumsuzluklara rağmen her gün yaptığı şeyi yaptı ve o yataktan zor da olsa kalkmayı başardı. Onun için “ya sorma ne büyük başarı” diyor. Önce tuvalete girdi, sonra duşunu aldı ve giyinip evden çıktı. Her gün kullandığı toplu taşımaya bindi. Lanet ve öfkeyle. Çünkü hava çok sıcak ve otobüs her zamanki gibi çok doluydu. Sıkıntıdan daralan Yiğit mırıldanarak “keşke uzaylılar gelip beni kaçırsa da kurtulsam” diyordu.
Birkaç dakika sonra telefonu çaldı. Tabii ki arayan uzaylılar değildi. Sevgilisi Sinem arıyordu. Telefonu açtı ve Sinem telaşlı bir ses tonuyla “Yiğit acil gelmen lazım” dedi. Aynı telaşa bürünen Yiğit “Ne oldu iyi misin? Neredesin söyle, hemen geliyorum” dedi. Sinem, “Sen acil gel, anlatırım, konum atıyorum.” dedikten sonra telefonu kapattı. Hemen ardından telefonuna konum geldi. Konumu açıp baktığında Sinem’den yaklaşık yirmi dakika uzaklıkta olduğunu gördü. Hemen otobüsten indi ve bir taksi aramaya başladı. Hayatında hiçbir şey yolunda gitmiyorken şimdi bu nereden çıktı? Ne olduğunu bilmediği için de gerilmiş ve bu gerginlikle sıkıntıyı öğrenmek için Sinem’e mesaj atıyordu. Fakat hiçbir mesajına cevap alamıyordu.
Sonunda bir taksi bulabilmişti ve yolu tarif etmeye başladı. Aklından bir sürü senaryo geçiyordu Yiğit’in. Bir yandan işe geç kalacağı için arayıp haber vermesi lazımdı. Belki de hiç işe gidemeyecekti bir daha. Yöneticisini arayarak durumu anlattı ve birkaç saatlik izin aldı. Fakat içindeki korku yaklaştıkça büyüyordu. İstanbul’da sabah trafiği denilen bir illet elbette ki onun da yakasına yapışmıştı. Şoföre yalvaran Yiğit “Abi ara sokaklardan falan git, lütfen çok acil yetişmem lazım” diye telaşla söylenip duruyordu. Biraz gecikmeli olarak konumun olduğu yere varmıştı. Taksiciye parasını ödeyip hemen indi. Etrafına baktı, döndü durdu defalarca fakat hiçbir şey göremiyordu. Sinem’i aradı fakat açmadı, tekrar aradı yine açmadı, tekrar aradı bir süre çaldıktan sonra açtı. Sinirli bir şekilde “Neredesin, geldim yoksun, dalga mı geçiyorsun benimle!” diye bağırdı. Sinem “Sakin ol, tarif edeceğim yere gel mesaj atıyorum” dedi ve Yiğit’in konuşmasına izin vermeden telefonu kapattı. Ardından hemen mesaj geldi. Bir apartman tarifiydi bu ve sadece apartmanın ismi ile dairenin kat ve kapı numarası yazıyordu. Biraz aradıktan sonra Yiğit apartmanı buldu ve açık olan giriş kapısından hızla içeri girdi. Bu apartman ona bir yerden tanıdık geliyordu fakat bunu düşünecek vakti yoktu. Dairenin bulunduğu kata çıktı ve kapıyı çaldı. Kısa süre sonra kapıyı Sinem açtı ve ağlıyordu. Yiğit “Ne oldu, iyi misin?” dedi. Sinem “İçeri gel, bak” dedi. Yiğit içeri girdi Sinem’in eliyle gösterdiği yere doğru gitti ve olduğu yerde donup kaldı. Gördüklerine inanamıyordu…