…Polis memurları birbirine bakıp hareket etmiyorlardı. Yiğit ve Sinem ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Yiğit kekeleyerek “Ne! Bir dakika, ne alması, ne oluyor, anlamadım, ne yapmışız ki!” dedi. Diğer polis memurları gülmeye başladılar. İçlerinden biri kimlik sorgusu yapan Polise “Murat Komiserim yapmayın artık şunu gençlere, kalplerine inecek birisinin” dedi gülerek. Kimlik sorgusu yapan Murat Komiser kimlikleri uzatarak “şaka gençler şaka, ben sizin gibi gençlere takılmayı çok seviyorum. Kusura bakmayın tutamadım yine kendimi” dedi. Yiğit anlık bir sinirle kimlikleri elinden aldı fakat hemen kendine gelerek “Komiserim ne yaptınız gözünüzü seveyim, kalp krizi geçiriyorduk burada böyle şaka mı olur?”
“Neden bu kadar korktun? İlk defa bu kadar korkan birini gördüm, böyle olacağını bilsem yapmazdım. Bir şeyden mi korktun he, suçlu musun yoksa?”
“Olur mu hiç öyle şey komiserim bir an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. İnanın şu an ne dediğimi ne yaptığımı bilmiyorum.”
“Tamam tamam, hadi gidin, tutmayayım sizi. Elinizden yüzünüzden belli zaten temiz çocuklarsınız. Gençlere takılmayı severim ben, hakkınızı helal edin.”
“Helal olsun Komiserim, hayırlı görevler.”
Diğer polisler sessizce gülmeye devam ediyordu. Yiğit bir an önce oradan uzaklaşmak istercesine Sinem’in koluna girdi ve çekiştirmeye başladı.
“Neydi bu şimdi! Ne! Kafayı yiyeceğim. Böyle şaka mı olur? Kalbim duracaktı elim ayağım tutmuyor… Ya konuşsana Sinem sen neden bu kadar rahat ve sessizsin? Çıldıracağım!”
“Çünkü böyle olmak zorundayım Yiğit! Senin gibi belli edip kimseyi şüphelendiremem. Belki bende orada senin gibi olsaydım, o zaman daha çok üstümüze geleceklerdi.”
“Böyle olduğum için kusura bakma her gün suç ortağı olmuyorum!”
“Öyle mi? Yardım ettiğine pişman gibisin. O zaman gel geri dönelim. Sen beni teslim et ben de suçumu itiraf edeyim. Ya da hiç gelme sen git, ben bir karakola gider teslim olurum. Nasıl fikir?”
“Onu mu demek istedim ben Sinem? Tamam lütfen, ben yanındayım. Ne olursa olsun senin yanındayım. İnan seni kendimden çok seviyorum. Böyle bir gün, ne bileyim sanki kabus gibi. Keşke uyansak ve bunlar bir rüya olsa…”
O sırada Sinem’in telefonu çaldı. Arayan bilinmedik bir numara. Sinem, Yiğit ile göz göze geldi ve telefonu açtı.
“Alo buyurun.”
“Aaa Sinem kızım sen misin?”
“Evet buyurun benim siz kimsiniz?”
“Ben Hacer Teyzen kızım Leyla’nın annesi”
“Ne! Eee şey… Buyurun Hacer Teyzeciğim”
“Kızım Leyla’ya ulaşamıyorum sabahtan beri hiç böyle yapmazdı. Herkesi arıyorum tek tek numaranı Burcu’dan aldım. Sen hiç konuştun mu, gördün mü kızım Leyla’yı?”
“Yok Hacer Teyze hiç konuşmadık biz birkaç gündür. Allah Allah ulaşamıyorsunuz demek. İsterseniz ben gidip bir evine bakayım?”
“Yok kızım biz merak ettiğimiz için eve geliyoruz zaten yoldayız on beş dakikaya Leyla’nın evinde oluruz. Zaten gelecektik ziyarete merak edince erkene aldık. Neyse seni de çok tutmayayım kızım. Bir haber alırsan lütfen bu numaradan ulaş bana.”
“Şey eee… Tamam… Tamam Hacer teyze bir haber alırsam ulaşırım size.”
Sinem yanındaki duvarın dibine oturup boş boş bakmaya başladı. Yiğit olanları kısmen duymuştu ve merakını daha fazla bastıramayıp “Ne oldu? Ne diyor?” diye ısrarla soruyordu.
“Eve geliyorlarmış. On beş dakikaya Leyla’nın evinde olurlarmış…”
“Ne şaka yapıyorsun? Lütfen şaka de.”
“Ciddiyim…”
“Nereden geliyor lan bunlar ışık hızıyla!”
“Leyla’nın ailesi İzmit’te oturuyor. Birkaç saatlik yol. Haber alamayınca gelmek istemişler. Zaten ziyarete geleceklermiş.”
“Bittik biz. Şimdi sıçtık. Bittik ya.”
“Ne yapacağız şimdi?”
“Bilmiyorum Sinem, bilmiyorum. Kaçalım. Olabildiğince uzağa gidelim. Başka çare yok eve geri dönemeyiz vaktimiz yok. Hemen Ali’yi arıyorum.”
Sinem elleri titreyerek boş bakarken “Teslim mi olsam? Yol yakınken dönelim.”
“Hayır! Çıkar aklından bunu, gittiği yere kadar. Arıyorum ben şimdi.”
Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açılır.
“Alo!”
“Alo kardeşim”
“Ali hal hatır sormak isterdim kardeşim ama acil işim düştü sana. Neden diye sorma anlatamam vaktim yok. Bana acil sessiz sakin bir yerde birkaç günlük ev lazım.”
“Vayyy… Kardeşim (gülerek) seni gibi çapkın seni.”
“Yok be oğlum saçmalama yengenle kalacağız.”
“Tamam kardeşim, tamam kızma bir şey demedim. Ben hemen ayarlamaya çalışıyorum. Ayarlar ayarlamaz sana haber veririm.”
“Tamam kardeşim çok teşekkür ederim, senden haber bekliyorum.”
“Şey, Yiğit bir dakika, sen iyi misin kardeşim, sesin bir tuhaf geliyor?”
“İyiyim iyiyim… Sana anlatırım sonra.”
“Tamam hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz…”
Ali önceden ekspertizlik yaptığı için ev konusunda çevresi çok genişti. Yiğit telefonu kapatır kapatmaz yoldan taksi çevirdi. Bir eliyle poşetleri tutarken, diğer eliyle de Sinem’in elinden tutarak taksiye bindirdi. Önce Yiğit kendi evine gidip birkaç eşya aldı sonra da Sinem’in evine gittiler. O sırada telefon çaldı. Arayan Ali’ydi.
“Alo! Kardeşim bir ev buldum.”
“Helal be süpersin. Nerede kardeşim?”
“Şile – Ağva tarafında.”
“Harikasın. Tamamdır anahtarı kimden alacağım?”
“Oranın bakkalından kardeşim, adam hem bakkal hem de oranın muhtarı. Güvenilir biri, sahibi giderken ona teslim etmiş. Sen al ben konuştum seni bekliyor.”
Tamamdır geçince oraya ararım seni.”
“Tamamdır haberleşiriz. Hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz kardeşim.”
Sinem’inde birkaç parça eşyasını toparladıktan sonra sıra babasına ait arabayı almaya gelmişti. Sinem babasıyla telefonda görüştü ve ikna etti. Araç garajlarında duruyordu. Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Anahtarı aldılar, aşağı indiler ve arabaya bindiler. Yola çıktılar. Ali evin konumunu atmıştı. Konumu telefondan açarak yola devam ediyorlardı.
Anadolu yakasında ve hızlı gittiklerinden bir saat içinde konuma varmışlardı. Ali’yi aradı ve evin yakınlarındaki bakkalın yerini öğrendi. Bakkalı bulan Yiğit arabayı park etti. Sinem’e arabada beklemesini söyledi ve içeri girdi.
“Selamünaleyküm. Muhtar Mahmut amcayı arıyorum.”
“Ve aleykümselam. Buyur evlat kendisiyle konuşuyorsun.”
“Muhtarım beni Ali gönderdi. Bir ev anahtarı varmış onu almaya geldim.”
“Hee.. tabi şu anahtar. Burada al bakalım.”
“Eyvallah Muhtarım çok teşekkür ederim. Dönüşte de yine size bırakırım.”
“Bir çay kahve ikram etseydim. Yangından mal kaçırır gibi nereye böyle. (hafifçe gülümser)”
“Çok işimiz var Muhtar, evi falan temizleyeceğiz daha, hem yol boyu sıkıştık malum.”
“Tamam tamam, uğrarsınız yine bana.”
“Tabi uğrarız, görüşürüz hadi Allah’a emanet.”
“Allah’a emanet.”
Arabaya binip anahtarı Sinem’e verdi. Eve doğru yol aldılar. Ev yazlık bir villa, garajı olan büyük bir ev. Kapının önüne geldiklerinde Yiğit arabadan inip dış kapıyı açtı. Arabayı park edip, eşyaları Sinemle birlikte alıp eve girdiler.
Eve girdiklerinde hayranlıkla Yiğit “Ev, ev değil Saray!” dedi.
“Tatile gelmedik biliyorsun değil mi?”
“Tamam ya, bozma hemen.”
Günün gerginliğini biraz olsun üstlerinden atmak için duşa girdiler. Gün boyu ağızlarına tek bir lokma sürmediklerini fark eden Sinem yiyecek bir şeyler hazırlamaya karar verdi. Hava kararmış ve Yiğit televizyonu açmış, son dakika haberi var mı diye sürekli kanallar arasında geziyordu. Evde bozulmayacak birkaç şeyden biri olan makarnayı yaparken Sinem ara sıra Yiğit’e gizli gizli bakıp gülümsüyordu. Ne garip.
Bir süre sonra seslendi Sinem “Hadi gel sofra hazır.”
“Tamam geliyorum. Televizyonda hiçbir haber yok.”
“Hımm… Ne güzel.”
“Hayatım tamam artık surat asma. Gülümse de demiyorum ama ne bileyim böyle de olma.”
“Tamam hayatım olmamaya çalışırım. (kinayeli bir tavırla)”
Yemeklerini yerken bahçeden gelen bir sesle irkildiler. İkisi de çatalı bırakıp, özgürce yedikleri son lokmalarıymış gibi ağızlarındakini yutup, gözlerini kapıya doğru diktiler. Birkaç saniye sonra kapı çaldı ve ardından bir ses.
“Orada mısınız?”
…