Otobüsün arka koltukları, sokakların tenha yolları, sınıfın en sessiz sakin yeri; daima ayrılamadığım noktalardan bazıları bunlar. Evdeki kahvaltı sofrasına uğrayamadım yıllarca mesela ben, sabahları kahvaltı yapılmaz bizim evde. Akşam yemekleri için oturduğumuz o sofra da zoraki kurulur zaten. Ailem ile mutlu şekilde bir karede yer aldığımda 2 yaşında ya vardım ya yoktum. İnsan mutluluk ile bağlarını kopardıktan sonra bir daha ona ihtiyaç duymuyor zaten, yavaştan bir yaratığa evriliyor; hissiz bir yaratık, hiçbir beklentisi olmayan. Öyle işte. Aileden, insanlardan, gelecekten ve burası en önemli kısım, kendimden ümidi kesince dört duvar arasında bir yatağa bağlı, o yataktan hiç kopmak istemeyen bir bireye dönüştüm ben. Kalbim biyolojik açıdan işlevini yerine getirirken diğer açıdan yeterince yetersiz kalıyor, düşüncelerime hayallerim uğramıyor artık. Suratıma gülücükler yerine her gün farklı tabutlar uğruyor, içlerinde ben yatıyorum. Yani anlayacağınız her gün farklı şekilde can verirken yaşamaya devam ediyorum bu hayatta, tüm her şeyi kenarı bırakmışken yaşayan bir cesedi andırıyorum ben.