18 Kasım 1827’de Almanya’nın Magdeburg kentinde Ludwig Karl Friedrich Detroit adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan, annesinin ise mesleği bilinmeyen Karl Detroit’in akrabaları, aile içi sorunlar ve anlaşmazlıklar nedeniyle sürekli kavga edilen bir evde büyümesini istemez ve onu Fransız asıllı bir yetimhaneye yerleştirirler.
Yetimhanedeki ağır şartlara ve şiddete dayanamayan on iki yaşındaki Karl Detroit kaçmaya karar verir. Bir gece bütün arkadaşları uyurken birinci katta bulunan yatakhanenin penceresinden çarşafları birbirine bağlayarak kaçar. Bu kaçışı tıpkı çarşafları birbirine bağlarken attığı düğüm gibi birçok insanın hayatını birbirine düğümleyecektir.
Kaçtıktan sonra büyük bir liman kenti olan Hamburg’a gelir ve burada bir gemide miço olarak çalışmaya başlar. Böylelikle Almanya’dan da ayrılır. Bu gemide bir mevsim boyunca tüm Akdeniz limanlarını dolaşır. Gemi, bir bahar günü Marmara Denizi’nden İstanbul Boğazı’na ulaştığında Karl Detroit birden güverteden denize atlar ve o zamanlarda cüzzamhane olarak kullanılan Kız Kulesi’ne doğru yüzmeye başlar. Kız Kulesi’ndeki bekçinin yardımıyla karaya çıkar ve gemiye geri dönmek istemediğini söyler. Önce yetimhaneden, sonra Almanya’dan, en sonunda da gemiden kaçan Karl Detroit İstanbul’da kalmak ister ve cüzzamhanede çalışmaya başlar.
Bir süre sonra Almanlar gemilerinden kaçan küçük çocuğu geri istediklerini bildirirler. Haberi alan şair kimliği ve birçok dili iyi derecede konuşabildiği bilinen dönemin sadrazamı Mehmet Emin Âli Paşa, önce merakla gemiden atlayarak Kız Kulesi’ne doğru yüzen on iki yaşındaki bu cesur çocuğu görmek ister.
Karl Detroit paşanın huzuruna getirilir ve Âli Paşa neden kaçtığını sorar. Karl, “Yetimhanede dayak vardı. Gemide de beni dövüyorlardı. Kaçtım, geri de dönmek istemiyorum.” der. Âli Paşa sorar: “Peki, gemin Akdeniz’in bütün limanlarını dolaşmış. Neden o limanların birinde kaçmadın da İstanbul’da kaçtın?”
Karl Detroit, küçük parmağıyla Paşa ile görüştüğü bu ihtişamlı binanın penceresinden görünen Kız Kulesi’ni gösterir ve şöyle der: “Suyun içindeki şu beyaz kule var ya, işte onu çok sevdim!”
Âli Paşa bunun üzerine Almanlara çocuğu vermeyeceğini söyler ve küçük Karl Detroit’i evlat edinir. Önce ona Mehmed Ali ismini verir ardından da askeri okula gönderir. İyi bir eğitim alan Karl Detroit, birçok savaşa katılır ve paşa unvanını alır.
1878’de Berlin Antlaşması’nda Osmanlı Devleti’ni temsil eden üç önemli kişiden biri olur. Hazır Almanya’dayken kaldığı yetimhaneyi görmek isteyen ve Magdeburg’a giden Karl Detroit’in haberini alan yetimhane görevlileri büyük bir hazırlık yaparak onu iyi bir şekilde ağırlarlar. Ve Karl Detroit, bu kez yetimhanenin birinci katındaki yatakhanesinden çarşafları birbirine bağlayarak kaçtığı o pencerede bir Osmanlı paşası olarak durur.
Orada okuduğu okulunu da ziyaret eder ve okulun şeref defterine bir şiir yazar. Daha sonra bu şiiri dönemin saray şairi Anton von Werner‘in şu sunumuyla bir gazetede yayımlanır: “Şiirlerini Alman, Fransız, Yunan, Fars ve Arap dillerinin tümünde aynı maharetle kaleme alabilen bir şair.” Şüphesiz torunlarına en büyük miraslarından biri de şairliği olacaktı.
Almanya’dan geri dönüş yolunda ise Arnavutluk’ta yolunu kesen eşkıyalar tarafından linçlenerek trajik bir şekilde öldürülür. Ne acıdır ki bir daha Kız Kulesi’ni göremez.
Mehmed Ali Paşa İstanbul’dayken evlenmiş ve dört kızı olmuştur. Kızlarından biri siyasetçi Mehmet Ali Aybar‘ın anneannesidir. Kızı Zekiye Hanım’ın oğlu Mustafa Kemal Atatürk’ün Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşı ve silah arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy‘dur. Diğer kızı ise Türk Edebiyatı’na başyapıt eserler veren Sabahattin Ali‘nin babaannesidir. Bir diğer kızı Leyla Hanım’ın da iki kızı vardır: Münevver ve Celile. Münevver Hanım’ın oğlu Oktay Rıfat; ilk Türk ressamlardan olan Celile Hanım’ın oğlu ise ünlü şair Nazım Hikmet Ran‘dır.
1938 yılında dönemin okul kitaplarında şiirleri okutulan Nazım Hikmet’e Beyoğlu’nda bir sinema çıkışı askeri öğrenci Ömer Deniz yazdığı şiirleri okutmak ister. Ancak “Orduyu isyana teşvik” suçuyla ikisi de tutuklanır. Nazım Hikmet mahkemede savunmasında şöyle der: “Benim de bir neferi olmaktan onur duyduğum emperyalizmi dize getiren ordumuz eğer kendisini bu çocukla isyana teşvik ettireceğime inanıyorsa, buna gerçekten inanıyorsa bu doğrudur.”
Mahkemede Nazım Hikmet’i suçlu bulan beş hakimin dördü hukuk eğitimi almamıştır. Çıkan karar sonucu Nazım Hikmet, on iki yıllık hapis sürecine başlar. Ancak onun gibi haksızlığa uğrayan Ömer Deniz’den ise çoğu kişi habersizdir.
Ömer Deniz yedi yıl altı ay hapis yatar. Serbest kaldığında ise çocukluğundan beri hayali olan askerliğe başvurur ancak yasalar gereği hüküm giymiş biri askeriyeye kabul edilmez. Bu olay sonucu haksızlıklarla mücadele etmek isteyen Ömer Deniz, hukuk okumaya karar verir ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanır. Ancak yoksul bir adamdır ve geçimini sağlamak için Fatih’te bir oyuncakçı dükkanı açar. Burada tahtadan oyuncaklar yaparak onları satar ve okula devam eder.
Ömer Deniz bir gün oyuncak yaparken dükkana bir çocuk gelir ve oyuncakçıda çalışmak istediğini söyler. Ömer Deniz bu çelimsiz çocuğu kırmaz ve onunla birlikte çalışmaya başlar. Okuldan sonra oyuncakçı dükkanına gelen çocuğun görevi oyuncakları boyamaktır.
Yine bir gün oyuncakları boyarken küçük çocuk, Ömer Deniz’e hiç oyuncağı olmadığını söyler. Ömer Deniz, sabah okula gitmeden dükkana uğramasını ona bir oyuncak yapacağını söylediğinde çocuk çok sevinir. Sabaha kadar heyecandan uyuyamaz ve güneş doğar doğmaz oyuncakçıya koşarak gider. Ömer Deniz’i hukuk kitapları ve tahta oyuncaklarla dolu masada uyuyakalmış şekilde bulur. Hevesle uyandırarak oyuncaklarını sorar. Ömer Deniz çocuğa elleri, kolları, bacakları, başları iplere bağlı kuklalar yapmıştır. Kuklaları alan küçük çocuk, okumakta olduğu Hırka-i Şerif İlkokulu’na giderek o gün arkadaşlarına kuklalarla ilk gösterisini sunar. Ve bugün o çocuk hâlâ gösterisini sunmaya devam ediyor. O küçük çocuk kim mi?
Kaynak: https://youtu.be/-siaqbvG5C0