İhsan Oktay Anar, postmodernizmin en güçlü temsilcilerinden birisidir. Bugün de çok severek okuduğum Puslu Kıtalar Atlası’ndan sizlere bahsetmek istiyorum. Dilerseniz önce İhsan Oktay Anar’ı biraz tanımakla başlayalım.
İhsan Oktay Anar, 1960 yılında Yozgat’ta dünyaya gelmiştir. İlk ve orta okulu İstanbul’da, lise eğitimini ise İzmir’de Akşam Lisesi’nde okumuştur. Üniversite eğitimini ise Ege Üniversitesi Felsefe bölümünde tamamlamıştır. İlk romanı olan Puslu Kıtalar Atlası’nı da 1995 yılında tamamlamış ve okuyucuya sunmuştur.
İhsan Oktay Anar eserlerinde tarihi, felsefi, dini ve mitolojik unsurları postmodernizm ile mükemmel bir şekilde harmanlayıp bizlere sunmuştur. Diğer postmodern eserler gibi elbetteki İhsan Oktay Anar’ın eserleri de karşısında donanımlı bir okuyucu görmek ister. Bu yüzdendir ki ilk seferde okuduğumuzda pek bir şey anlamayışımız.
Öncelikle Puslu Kıtalar Atlası’nın kısa bir özetini sizlere sunmak istiyorum.
Arap İhsan Efendi yeğeni olan Uzun İhsan Efendi’yi ziyaret etmek için İstanbul’a gelir. Aslında İstanbul’a gelmesinin bir başka amacı da hayatını kurtaran kitabın çevirisini yaptırmaktır. Kubelik’e bu kitabın çevirisini yaptırır. Kitap Rendekar’ın “Zagon Üzerine Öttürmeler” eseridir.
Yeğeni olan Uzun İhsan Efendi evinde oğlu olan Bünyamin ile yaşamaktadır ve pek çok kez yeşil bir uyku şurubu içerek rüyalara dalmaktadır. Uyandığında ise rüyalarında gördüklerini bir atlasa yazmaktadır. Bünyamin babasının bu tuhaf yaşam tarzından şüphelenmiş ve uyku şurubundan içmiştir. Fakat uyku şurubundan biraz fazla içtiği için uyanamamıştır. Herkes Bünyamin’in öldüğünü sanmış ve onu gömmek için mezara götürmüşlerdir. Daha sonrasında Bünyamin kafasında duyduğu esrarengiz bir ses sayesinde mezardan çıkıp kurtulmuştur. Artık herkes Bünyamin’i konuşmaya başlamıştır.
Babası ona, yazmış olduğu “Puslu Kıtalar Atlası”nı vererek: “Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun bin bir halinden korkma.” demiştir.
Bu sayede Bünyamin artık bir maceranın içerisine atılmıştır. Asıl olaylar buradan sonra başlar. Roman ilerledikçe aslında romandaki tüm karakterlerin Uzun İhsan Efendi’nin kafasında kurguladığı karakterler olduğunu anlarız. Uzun İhsan Efendi hem karakterleri hem de olayları zihniyle kurgulayabilmektedir.
Kısaca kitabın bir kısmının özetini verdikten sonra artık yavaş yavaş kitabı incelemeye başlayabiliriz. Roman boyunca Uzun İhsan Efendi’nin “Puslu Kıtalar Atlası”nı nasıl yazdığını görüyoruz. Bu da postmodern romanlarda sıkça karşılaştığımız teknik olan üstkurmacanın kullanıldığını bizlere gösteriyor. Yani aslında yazar bu romanın kurmaca olduğunu bize Uzun İhsan Efendi aracılığı ile hissettiriyor.
Romanın ilerleyen bölümlerinde Uzun İhsan Efendi yaşadığı kötü olaylar sonucunda kör ve sağır oluyor. Kör ve sağır olmasına rağmen gemilere kılavuzluk yapıyor. Bunun yanında ne kadar işkenceye maruz kalırsa kalsın acı çekmediğini görüyoruz. Buralarda da “yabancılaştırma” tekniğinin kullanıldığını görüyoruz. Yani tıpkı üstkurmaca tekniğinde olduğu gibi yazar, romanın aslında bir kurmacadan ibaret olduğunu bu ve benzeri olaylarla sık sık hissettiriyor.
Romanın altındaki anlama doğru ilerlediğimizde pek çok metinle de bağlantılı olduğunu fark ediyoruz. Romanı okumaya başladığınızda başlangıçtaki epigrafta “sabahın oğlu” ifadesi geçiyor. Sabahın oğlu derken aslında burada şeytana gönderme yapıyor. Kur’an ile de bağlantı kurduğunu “Ebrehe” karakteriyle görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’de geçen “Ebrehe” Fil Vak’asında Müslümanların Kâbe’ye gitmesine engel olmak isteyen bir kâfirdir. Müslümanlara filler ve ordusuyla saldırmıştır. Fakat Müslümanlar ağızlarında taşlar taşıyan ebabil kuşları sayesinde Ebrehe’yi yenmişlerdir. Romandaki “Ebrehe” karakteri Kur’an-ı Kerim’de geçen “Ebrehe” kadar kötüdür.
Hz. Yakup ve Hz. Yusuf kıssası ile de bağlantı kurulduğu söylenilebilir. Hz. Yakup, Hz. Yusuf ve Bünyamin’in babasıdır. Bildiğimiz gibi oğlu Hz. Yusuf kaybolunca ağlamaktan gözleri kör olur. Hz. Yakup bu romanda Uzun İhsan Efendi olarak karşımıza çıkar.
Hz. Yusuf kıssasını hepimiz biliyoruz. Hz. Yusuf yaşadığı olaylardan sonra kral olur. Kardeşleri o dönemde yaşanılan kıtlıktan dolayı saraya gelirler ama Yusuf’u tanıyamazlar. Yusuf, kardeşi Bünyamin’in yanında kalmasını istediği için cebine değerli bir eşya koyar ve hırsızlık yaptığı gerekçesiyle onu tutuklatır. Romanda da casus, Bünyamin’e kıssadaki gibi değerli bir eşya vermiştir. Bu eşya “kara para”dır.
Bir başka metin olan “Gılgamış Destanı” ile de metinlerarasılık kurulmuştur. Gılgamış destanında Gılgamış ölümsüzlük otunu arar, fakat ölümsüzlüğe ulaşamaz. Romandaki Ebrehe karakteri de kıyametten kaçmaya, ölümsüz olmaya çalışır. Ama ne kadar çabalasada tıpkı Gılgamış gibi ölümsüzlüğe ulaşamaz.
Ebrehe gömülmeden önce gözlerine kara paranın konulmasını ister. Bu mitolojide sıkça karşılaşılan bir şeydir. Mitoloji severler bilirler, Hades’in diyarına gidebilmek için bir nehirden geçilmesi gerekir. Bu nehirde de Kharon isimli bir kayıkçı bulunmaktadır. Kharon, ölülerin Hades’in diyarına geçebilmesi için onlardan rüşvet yani para alır. Bu yüzdendir ki ölüler ağızlarına ya da gözlerine para konularak gömülürler.
Özette bahsettiğimiz “Rendekar’ın Zagon Üzerine Öttürmeler” kitabı aslında “Rene Descartes’in Metot Üzerine Konuşturma” isimli kitabıdır. Burada hem Descartes’in hem de kitabının ismi yapıbozumuna uğratılmıştır.
Aslında kitap üzerine konuşulacak daha pek çok şey var. Ama ben biraz da merak edip kitabı okuduktan sonra kendinizin araştırıp bulmanız taraftarıyım. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.