İlkbaharın bizi karşıladığı ılık esinti ile uyandım bu sabah. Yazlık bir bölgede yaşadığımız için bu mevsimi sakin geçiriyoruz. Merkeze pek uzak değiliz bu yüzden baharda sadece il içinden aileler pikniğe gelir. Kışları ise yazın tam tersi bir elin parmaklarını geçmez ilçemizi ziyarete gelenler.
Dün Nurten aradı ve ufak bir yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Hazırlanıp çıktım, aramızda zaten 3 ev var sadece. Eşini yalnız bırakamadığı için beni çağırıyor sanırım diye düşündüm. İzzet abi kapının önündeki tahta sandalyede oturuyordu. Beni yine tanımadığı için kendimi tanıtıp içeri girdim. İzzet abi ve Nurten yaklaşık 23 yıldır evliler. Hayatları her geçen gün zorlaşıyor. İzzet abi son bir yıldır ilerleyen hafıza kaybıyla haberi olmadan savaşıyor. İlaçlar hızla koşan bir atletin önüne çıkıp onu saniyelik yavaşlatan engeller kadar işe yarıyor. Doktorlar zaman kazandırdığı söylüyorlar. Nurten ise onu tanıdığımdan beri gözlerinden muzdaripti. Daha elli yaşına gelmeden görme yetisini kaybetmeye başladı. Doktorlar önceden buna ihtimal verdiği için hazırlıklıydık. Ne kadar olabiliyorsak o kadar hazırdık buna. Zaman geçtikçe bu hastalıkla yaşamayı öğrendi ama bazı işler zorluk çıkarıyordu. İzzet abi hafızasını yitirene kadar birbirlerini idare ederlerdi. Onlara imrenirdi görenler.
Hâlâ kendi başlarına yaşamaya çalışan bu çift dikkat çekse de üzülmeden geçemiyordu insanlar. Yanlarında bir yardımcıları vardı elbet. Sabah gelir, akşam giderdi. Kızları Asya, birlikte yaşamak için çok dil döktü ama bizimkiler bir türlü kabul etmedi. Büyük şehirde biz dışarı çıkamayız, burda herkes birbirini tanıyor dediler. Asya da onlara boyun eğmek zorunda kaldı.
Düne tekrar dönecek olursam Nurten, Asya’ya bir yaşından beri her yıl mektup yazıyor. Hatta o yıl özel bir olay olmuşsa yılda iki üç mektup yazar. Bu sene gözleri artık eskisi gibi görmediği için yazamamış. Söylemek istediklerini kaydetmiş, dinleyip kağıda geçirmemi rica etti. Alıp eve getirdim ve dinlemeye başladım.
Sevgili kızım,
Bu mektuba diğerlerinden farklı başlıyorum. Fark ettiysen yazı bana ait değil. Muazzez teyzenden rica ettim, benim için o yazıyor.
Sana çok fark ettirmemeye çalışıyorum ama gözlerim ciddi boyutta işlevini yitirdi artık ne kadar çabalarsam çabalayayım insanları seçemiyorum. Sadece tarif edemediğim bir şekil görüyorum. Muazzez teyzeni de sesinden tanıdım. Böyle yaşamaya alıştım. Başlarda biraz korkutucu geldiğini yazmıştım. Kaçıncı mektupta söyledim inan hatırlamıyorum. İlk yazdığım mektupta hayatımın son anına kadar yazacağımı yazmıştım. Ne yazık ki sen daha 24 yaşını doldurmadan son vermek zorundayım. Birçok şey planladığımız gibi gitmiyor işte.
Bak ben bir gün ölmeden karanlıkta kalacağım. Ama endişelenmiyorum. Hem bazıları tam olarak kör olduğunda karanlığı özlediğini, anlamsız ışıldamalar gördüğünü söylüyor. Karanlıkta kalmaktansa çeşitli ışıklar görmek daha iyi hissettirir diye düşünüyorum. Zamanla öğreneceğiz. Sadece babanı düşünüyorum. Onunla yeterince ilgilenemiyorum. Ayla ablan gelip gitmese işimiz gerçekten zor. Aslında bir veda olarak yazmak istemiyorum bu mektubu daha doğrusu yazdırmak istemiyorum. Umarım söylemek istediklerimi söyleyebilirim. Elimde çocukluk albümün var. Ne kadar da hızlı geçmiş zaman. Babanın aksine her şeyi hatırlıyorum. Hatta fazlasıyla hatırlıyorum.
Hayatımı çeşitli hatalarla -bunların çoğunu sana mektuplarda anlattım- dolu dolu geçirdim. En azından böyle hissediyorum. Sana benden beklediklerini verebilmiş olmayı umuyorum. İlk adımlarından okulun için hazırladığın bavula kadar yanında olmaya çalıştım. Umarım başarabilmişimdir. Bu kadar yanında olmaya alışmış olduğum için günaşırı telefonla seni aramamın asla yeterli olmadığını hep yanında olmak istediğimi söylemek istiyorum. Bu mektubun mutsuz göründüğünün farkındayım ama mutlu ilerleyen hayatımızın bir parçası sadece.
En güzel niyetlerle gidilse bile vedalar hep mutsuz olur. Ayrılıklar da kötü. Ben senin yaşlarındayken korkusuz bir korkaktım. Birini sevmeyi, aşkı ve birini nasıl sevmemem gerektiğini aynı kişi sayesinde öğrenmiştim. Uzun bir kayboluştan sonra kendime dönmüştüm. Zor kabullendiğim birçok şey yaşadım. Sonra babanla tanıştım ve sen… Sen benim hayatıma hissetmeyi imkansız olarak gördüğüm bir duyguyu getirdin, anne oldum. Yakında sen de 24 yaşını dolduracaksın. Bu yaşına kadar birçok tecrübe edindin. Benim fark etmediğim bir sürü duyguyu yaşadın. Ama eski mektuplarda da söylediğim gibi bilmemezlikten gelsem de anneler her şeyi hisseder, sen sadece bana anlatabildiklerini anlattın. Ama içinde hep daha fazlasını yaşadın. Bunları sana kim bilir kaçıncı söyleyişim ama sen benim kızımsın ve ben sana söylemek istediğim her şeyi söylemek istiyorum tekrar ve tekrar.
Burayı öğüt dolu satırlarla doldurmak istemiyorum. Benim için ne kadar değerli olduğunu kim ne derse desin benim biricik kızım olduğunu unutma. Bu mektuplara ulaşmışsan ben artık sana dokunamıyorumdur. Benim yerime de kendini sevmeyi unutma.
Mektuba son vermeden son bir iki şey ekleyeceğim. Sana bırakabileceğimiz bu evden başka bir şeyimiz yok bir de bu mektup dolu kutu vardı işte. Her hâtırasını güzel hatırlamanı istediğim bu ev artık sadece senin. Babanla evlendiğimizden beri bu evde yaşadık haliyle sen de burada büyüdün. Evine, en çok da kendine iyi bak kızım. Umuyorum ki buraya gelene kadar sırayla okumuşsundur burada düzenli yazdığım mektupların sonuna geldik. Sadece bir mektup kaldı elinde. Üzerine siyah kalemle ‘sen benim en büyük gerçeğimsin’ yazılı. O zarfı açmadan önce sana ne kadar bencilce gelecek olsa bile her şeyi senin için yaptığımı unutma. Kimseyi suçlama her şeyin böyle olmasını ben istedim. Bu zamana kadar seni hiç incitmek istemedim.
Seni her şeyden çok seven annen.
Mektup bu şekilde son buldu. Zarfa koyup gün içinde Nurten’e götüreceğim.
Nurten’in asıl son zarf diye tanımladığı mektupta neyden bahsettiğini biliyordum. Keşke bu sırrı kendisi hayattayken söylemeyi seçseydi. Sanırım böylesi daha kolay geldi. Bunca yıldır taşıdığımız bu sırrı birkaç satırla açıklamasını haksızlık olarak görsem de en doğrusuna kendisi karar vermeli. Bana bile bu kadar yükken kim bilir o nasıl geçirdi günlerini. Hem de hiç aklından çıkaramadan…
İşin aslı şu şekilde; Nurten, İzzet abinin ikinci eşi. İlk eşi Şeyma doğum sırasında hayatını kaybetti. Son zamanlarda araları iyi olmadığı için ölümünden sonra İzzet abi kendini suçlayıp durdu. Aradan bir yıl geçti. Asya artık bir yaşındaydı ve İzzet abi yeniden evlendi. Bir yandan haklı adam ne yapacak el kadar çocukla derken diğer taraftan evlendiği kişi çocuğu kabullenecek mi diye sorduk.
Ve Nurten hayatımıza girdi. Asya’ya kendi çocuğu gibi annelik yaptı hatta daha özenliydi. Ben çocuklarımın üstüne o kadar düşmüyordum. İzzet abiyle birlikte biz de bu saf sevginin karşısında tüm olumsuzluklardan arındık. Asya sevgi dolu bir ailede, büyük bir aşktan ziyade bağlılık içinde olan anne ve babasıyla büyüdü. Birbirlerine birçok açıdan zıt olan bu iki insan bunca yıl huzur içinde yaşamıştı. Bir defasında bu konu açıldığında Nurten; ne kadar kavga etsek de birbirimizin sınırlarını hiç aşmadık ben ona hep saygı duydum ve değer verdim aynı şekilde o da, diye cevaplamıştı. Asya’nın hiç kardeşi olmadı. Olamazdı da zaten. Nurten geçirdiği bir kaza sebebiyle anne olamayacağını erken yaşta öğrenmişti. İçinde hep boşluk oluşturacak bu duyguyu Asya yok etmişti. Nurten için Asya onun kahramanıydı. Bana sorarsanız da Nurten, Asya’nın kahramanıydı.