…Ve soğuk kanlılıkla çayından bir yudum aldı…
Dünyadaki çoğu insan dışarıdan göründüğü gibi değildir. Bazen birini kılık kıyafetinden, bazen hal ve hareketlerinden, bazen ise tamamen önceden yaşadıklarımıza dayanarak yaptığımız çıkarımlar sonucu değerlendiririz. Çünkü o insanı tanımıyoruz ve hakkında hiçbir bilgimiz yok. Bu davranışa çoğu zaman ön yargı denir. Haklı çıktığımız zaman da olmuştur, haksız çıktığımız zamanda. Birileri hakkında yapılan tahminlerin hepsi tutmasa da bir kısmı tutar.
Fakat bu söylediğim Selami ve çevresi için geçerli değildi. Hiç kimse onun nasıl biri olduğu konusunda doğru tahmin yapamamıştı. Ta ki o güne kadar…
Selami otuz sekiz yaşında, eskiden ünlü bir ses sanatçısı olan Semiha Bağcı’nın oğlu, sessiz sakin halk arasında ‘ağzı var dili yok’ tabirinin birebir karşılığı olan, en büyük zevki film seyretmek olan kendi halinde biri. Selami o yaşına kadar ailesinden gelen zenginlik yüzünden hiç yokluk çekmemişti. Evli değildi ve annesinin yanında yaşıyordu. Babası Selami 33 yaşındayken vefat etmişti. Ailenin tek çocuğu olduğu için ayrı bir sevgi ve ilgi görüyordu. Semiha Hanım hayatı boyunca çektiği zorlukları oğlu çekmesin istiyordu. Her şeyini kontrol eder ve ondan habersiz adım dahi atmasına izin vermezdi. Bu yıllarca böyle şekilde devam etti. Belki de Semiha Hanım öyle zannediyordu.
Selami ve annesi her şeyin başladığı o günden kısa bir süre önce tatlısıyla meşhur bir yerde beraber oturmuş bir şeyler yiyip içiyorlardı. Mekandaki çalışanlar Semiha Hanımı tanımış ve ayrı bir ilgi göstererek istediklerini getirmişlerdi. Börek ve çay sonrası tatlısını da yiyen annesine sadece bir bardak çay içerek eşlik ediyordu Selami. Çay ikram etmek isteyen çalışanları “Ben pek çay sevmem. Teşekkürler.” diyerek hafif bir tebessümle geri çevirmişti. Karnını doyuran Semiha Hanım, Selami’ye dönüp “Sana birini buldum. Tam senin gibi aile terbiyesi görmüş, hanım hanımcık bir kız. Ekrem Beylerin kızı, hani yazlıktaki komşumuz olan Ekrem Bey. Kızcağız da seni görmüş, babası da olur deyince kendisinin de rızasını almışlar. Bir gün hep birlikte bir akşam yemeğine çıkalım diyorum. Kızın adı Zeynep belki hatırlarsın.”
Bu duydukları Selami’nin hiç hoşuna gitmemişti. Yüzü düşmüş olsa da bozuntuya vermeden “Anladım annecim yine birilerini bulma evresine girdik demek ki. Peki tamam sen nasıl dersen” dedi. Bir an önce oradan uzaklaşıp konunun kapanmasını isteyen Selami garsona seslendi. Kalkmak için hesabı istedi ve hesap geldi. Selami ödemek için cebini eline attı. Cebinden bir tomar yüzlük para çıkarttı ve içlerinden bir tanesi seçip hesabı ödedi. Hesabı almaya gelen garsona naif bir ses tonu ve aynı tebessümle “Üstü kalsın” dedi. Neredeyse hesap kadar bahşiş bıraktığı için çalışan teşekkürlerle kapıya kadar onları uğurladı. Şoför aşağıda arabayla bekliyordu. Arabaya binip yaşadıkları köşke gittiler.
Akşam yemeği için köşkteki çalışanlar yoğun bir koşuşturma içindelerdi. Yemek saati geldi ve yavaşça hep birlikte sofraya geçtiler. Evde birlikte yaşadıkları dayısı, yengesi ve teyzesi vardı. Ailenin ekonomik gücünü sağlayan ablaları Semiha Hanım olduğundan ve her zaman onlara bir anne gibi kol kanat gerdiğinden, ayrıca efendiliği ve saygısından dolayı, Selami onlarında göz bebeğiydi. Çok severler ve hep onu el üstünde tutarlardı. Herkes yemeğe gelip sofraya oturunca her akşam olduğu gibi bir süre sonra sohbet etmeye başladılar. Artık biricik oğlunun mürüvvetini görmek isteyen Semiha Hanım konuyu tekrar açtı.
“Eee Selami, ne zaman ayarlıyoruz bu akşam yemeğini?”
“En kısa zamanda ayarla annecim.”
Şaşırmış bir şekilde aldığı cevaptan mutluluk duyan Semiha Hanım yemeğine devam etti. Uzun süredir annesinin evlilik baskıları sürüyordu. Vasiyetinde ise evlendiği zaman bütün mirasını oğluna bırakacağı yazıyordu. Eğer evlenmeden ölürse sadece mirasının yarısını alabilecekti. Para herkes için değerli olduğu gibi Selami için de değerliydi. Bu yüzden o da çok geç olmadan kendi gibi sessiz sakin birini bulup evlenmek istiyordu.
Birkaç gün geçtikten sonra akşam yemeği ayarlandı ve hep birlikte ünlü bir Restaurant’ta buluştular. Mekanın ve yemeklerin güzelliği geceye de yansımıştı. Selami’nin evleneceği kişide istediği şey sessiz ve sakin olmasaydı. Kısacası kendisi gibi olsun istiyordu. Zeynep’te aradığı tüm özellikler vardı. Herkes evine dönerken dayanamayıp annesi arabada beklenen soruyu sordu;
“Eee, nasıl güzel kız değil mi? Tıpkı senin gibi efendi ve hanım hanımcık.”
“Evet annecim çok güzel biri. Eğer o da beni beğendiyse ben razıyım.”
“Ne! Hemen mi? Öncekileri neden bu kadar çabuk beğenmedin?”
“Annecim ben kendim gibi birini istiyordum. Zeynep’te öyle biri gibi duruyor. Hem nişan sürecine kadar birbirimizi daha iyi tanımış oluruz. Sonrası zaten belli. Hem artık yaşım da geldi. Armudun sapı üzümün çöpü derken yaşlandık değil mi anneciğim?.” (hafif bir tebessüm ile)
“Tamam, ben yarın ilk iş babasıyla ve annesiyle konuşuyorum o zaman.”
“Tamam sultanım, sen nasıl istersen.’’ (annesinin yanağından öper)
Görünen o ki, Semiha Hanım yıllardır istediği oğlunun mürüvvetini görmeye iyice yaklaşmıştı. Bu yüzden eve gider gitmez, keyifli bir şekilde harika bir uyku çekerek uyudu.
Belki de bu onun keyifli ve huzurlu uyuduğu son uykularından biriydi…