Bir kış gününde düşmüştüm yollara, gönlümde olanların yanında olmak umuduyla…
İLK GÜN
Ilık bir Ankara sabahına uyanmıştım. Bugün yolculuk vardı. Ağır aksak hazırladım çantamı, eksik kalmamalıydı. Belki de son gidiş olacaktı. Toparlandım, durağa doğru yürümeye başladım. Yüreğim kıpır kıpırdı, uzun süredir aklımda olanları gerçekleştirmeye gidiyordum. Nasıl mutlu olmayayım ki, nefes alacaktım. Ağzına kadar dolu olan Ego otobüsüne attım kendimi. Kalabalıkmış, umrumda değildi. Aklım ve kalbim heyecanlıydı, tüm azalarımda bu heyecana ortak oluyordu. Öyle ya, sırıtan bir surat ifadesi ile etrafa ışık saçıyordum. Otogara gelmiştik, hemen indim. Otobüsün hareket saatine otuz dakika vardı. Geçtim manzaranın karşısına, yüzüme çarpan soğuk rüzgarla birlikte eski günleri ve yaşadıklarımı hatırladım. Sonra otobüsün perona yanaştığını gördüm. Üşüyen ellerim beni otobüse yöneltti. Çift kişilik koltuktan almıştım bileti, yanıma biri oturmasın duasıyla bekledim hareket etmeyi. Sonra dualar kabul olmuştu, tek kişilik bir yolculuk olacaktı. Usuldan hareketlenerek ayrıldık otogardan. Kulağımda çalan müziği duymadan sadece hayallerde yaşadığım saatlere giriş yapmış oldum. Kolay değildi, 4 yılımı geçirdiğim şehre ayrılığın 7. ayında tekrar kavuşmak için gidiyordum. Yollar uzun geldi, pencereme yağmurlar yağdırıldı, güneşin keskin ışıkları gözümü selamladı, bulutlar karşımda dans etti. Tüm bu olayların şahitliğinden sonra işte gelmiştik.
Otogara yanaştık, aceleyle indim. Eşyalarımı aldım ve derin bir “ohh” çektim. İçim huzurla doldu. Kafamı çevirdiğim her yerden anılarım beni selamlamaya başladı. Arkadaşımı beklemeye başladım. Normalde beklemekten nefret ederim, ama bu bekleyiş farklıydı. Etrafı selamladım, kalbimin heyecanını dinledim, şükrettim. Sonra arkadaşım geldi, kalacağım yurda dolu yola çıktık. Eşyalarımı yurda koyduktan sonra 40 yıllık hatır için bir kafeye oturduk. Kahvenin belki eski 40 yıllık hatrı kalmamıştı ama insana iyi gelen bir kokusu ve tadı vardı. Biraz muhabbetin ardından günün diğer buluşması için ayrıldım. Burada da tatlı bir muhabbet eşliğinde kahvelerimizi yudumladık, kalbim huzurluydu ve bu huzur bozulmadan yurda gittim. Öyle ki yemek yemeyi dahi unutmuştum, sabah kahvaltısıyla duruyordum. Bir poğaça ikram ettiler ve onu güzelce yedim. Sonra odama çıktım, üzerimi değişip oturduğum vakit yüzümde kocaman bir gülümseme ve de kalbimde anlatamayacağım şekilde huzur vardı. Üniversiteyi okuduğum şehirdeydim ve öyle özlemiştim ki. İşte o günün gecesi uzun oldu benim için, aklımdaki düşüncelerin, kalbimdeki duyguların birbirleriyle olan sohbeti gece boyu devam etti. Sabaha karşı bir saat kadar susarak bana kısa da olsa dinlenme şansı verdiler. Uykusuz kalmıştım ama dert değildi, uzun olacak bir güne başlayacaktım.
İKİNCİ GÜN
Erkenden hazırlanıp yurttan çıktım. Ilık Ankara havasından sonra buz gibi bir hava beni karşıladı, gece boyu yağmurun ıslayıp suladığı yeryüzünün toprak kokusu eşliğinde yürümeye başladım. Saat 07.30’u gösteriyordu, gün boyu görüşeceğim herkes için ellerimi doldurmuştum, yol uzun olacaktı. 9.15’e kadar yürüdüm, ilk uğrak yerim staj okulum oldu. Gözlerim dolu dolu, ellerim buz tutmuş vaziyette okuldan içeri girdim. Güvenlik bana bir ziyaretçi kartı verdi, mekanın sahibi değil ziyaretçisi olmuştuk artık. 3 ayımı geçirmiştim burada, tam da geçen sene bu ayda başlamıştım staja. Okula girerken teneffüs zili çaldı, bıcır bıcır ilkokul çocuklarının arasından sıyrılarak hocalarımın odasına ulaştım, tıklatıp içeri girdim. İkisi de çok şaşırmıştı, yüzlerinde gülümseme gördüm, işte buydu isteğim. Sonra hemen kaloriferin dibine oturdum, çok üşümüştüm. Sonra tatlı bir muhabbete başladık, çok özlemiştim çok. Ardından hocam kahvaltı yaptın mı diye sordu? Evet, kahvaltı neydi, sadece yüreğimin peşine takılıp düşmüştüm yola. Dünden beri yediğim şey de belliydi, ama aç da değildim, muhabbetler beni doyuruyordu çünkü hasret kalmıştım anlaşıldığım, yargılanmadan dinlenildiğim insanlara… Ben çıkınca yiyeceğim hocam dedim. Yok olmaz dedi, okul tostunu özlemişsindir, yer misin dedi. Hocam gerek yok dedim, sonra sinirleniyorum bak, nasıl olsun diye sordu. Mecbur söyledim, sonra tost geldi, çay aldık, yemeye başladım, yarısını yedim, yarısını da paket yaptık, çantama attım. Benim için yeri çok ayrı olan hocamla vedalaşıp oradan da ayrıldım. Başka bir arkadaşımla görüşme için hızlı adımlarla yola düştüm. Buluşma saatinde orada olmak istiyordum. Hızlı ve kestirme yollardan giderek 11 de buluşma noktasındaydım. Arkadaşım geldi. Onunla da bir sıcak tavşan kanı çay eşliğinde sohbete başladık. Her cümlede özlemin saklı olduğunu gördüm. Kısa bir sohbetin ardından diğer görüşmem için tekrar yola koyuldum. 12.15 deki görüşme için minibüse bindim. Müdür yardımcısı olan bir hocamı ziyarete gidiyordum. Vaktinde orada olmalıydım ki planım aksamasın. 10 dakika önce okulun önünde belirdim. Sakin adımlarla içeriye girdim. Odasına doğru çıktım. Hocamla sohbete başladık. Zaman başkalaşmıştı lakin bakışlar ve muhabbetimiz aynıydı. Buna çok sevindim. Okulda öğle yemeği saatiydi ve hocam da bir okul yemeği yiyelim dedi. Yemekhaneye çıktık. Liseli gençlerin arasında oturup yemek yemeye başladık. Bu da ziyaretimde yediğim tek yemek olacaktı. Oradan da çıkıp üniversiteme doğru yola çıktım. İlk minibüs dolu geçti. Beklemeye başladım. 13.00 de üniversitede olmalıydım. Hocamın ders çıkış saatini yakalamalıydım. Sürpriz olacaktı. Ardından gelen minibüse bindim. İçim çok heyecanlıydı. Çok sevdiğim ve özlediğim hocamı görecektim. Hızlı gitmek istiyordum. Elimden gelse minibüsü ben kullanacaktım. Kalbimin heyecanını dindirerek sakinleşmeye çalıştım. İstediğim saati 10 dakika kadar geciktirerek indim. Koşarak fakülteye gittim. 3. Kata kadar çıkmam gerekiyordu ama şanslıydım ki asansöre binen hocalar gördüm rica ettim beni de aldılar. 3. Kata çıktık. İki tane arkadaşım beni karşıladı. Hocamın derse giriş çıkışını onlarla haberleşerek öğrenmiştim. Onlara sarıldıktan sonra hocamın odasının kapısına gittim. Tıklattım ve -gel- sesini duydum. Kalbim yerinden çıkacaktı adeta. Usulca kapıyı araladım ve hocamın şaşkın ve ardından sevinçli yüzünü gördüm. Aaaaa dedi. Hasretle kucaklaştık. Ardından oturduk sandalyelere. Çok mutluydum çok. Sohbete başladık lakin hocamın ufak toplantısı varmış. Bir saat belirledik ve tekrar görüşmek üzere oradan ayrıldım.
Şimdi diğer işime sıra gelmişti. 4 yıllık emeğin sonucu olan diplomaya… Diploma için gereken işlemleri halledip dekanlığın kapısına dayandım. Öğrenci kimliğimi teslim edip diplomayı aldım. Artık öğrencilik bitmişti. İçimi hüzün kapladı evet ama tatlı bir hüzün. Sonra kampüs içi ziyaretlerime başladım. İki arkadaşımla görüşecektim. Onları arayıp ortak bir yerde görüştük. Bir kahve de orada içtik. Ömür yeterse dostlarla 40 yıllık hatıralar biriktirdim. Öyle heyecanlıydım ki etrafıma bile bakmadan sadece gönül dostlarımla vakit geçirmeye odaklanmıştım. Sonra son kez bir bisiklet turu yaptık. Soğukmuş, rüzgarlıymış umurumda olmadan. Sadece ânı yaşayarak pedalları çevirdim. Tekrar fakülteye doğru yola koyuldum. Hocamla buluşma saatim gelmişti. Yanına gittim. Kahve eşliğinde uzun bir sohbete başladık. O hocamın üniversite hayatımda yeri bambaşkaydı. Bir hocadan çok daha fazlasıydı. Sohbetimizin sonuna yaklaşmıştık. Şimdi de başka bir arkadaşımla buluşmam vardı. Onun için yola çıkacaktım. Hocam da evine geçecekti. Fakülteden birlikte ayrıldık. Yol boyu sohbetimize devam ettik. Yeniden veda vakti gelmişti. Hüzünlü bir bakışla ayrıldım yanından. Sonra bir mescide gidip oturdum. Arkadaşım gelene kadar duygulu anlar yaşadım. Öyle duygular yaşıyordum ki farkına varmak için bir 15 dakika kadar kendimi dinledim. O sırada arkadaşımda gelmişti. Ve onunla da bir kafeye oturarak 40 yıllık başka bir kahve daha yudumladım. Uzun bir sohbet daha olmuştu. Ardından ben kaldığım yurda geçmek için ayrıldım. Yurda vardığımda kolumdaki saat 27 bin adım attığımı gösteriyordu. Gerçekten çok yorulmuştum. Ama bedensel bir yorgunluktu. Uykusuz gecenin sabahında bu kadar adım atacak enerjiyi bana veren şüphesiz hasretle görüşeceğim insanlardı. Yatağa uzandım. Günü içimde değerlendirdim. Elimdeki her şey sahiplerine ulaşmıştı. Kalbimde kalan mutmain olma duygusuyla ben baş başa kalmıştım. Yarın veda vaktiydi. Yorgunlukla hemen uykuya daldım.
VEDA
Sabah 7 de uyandım. Pencereyi açarak kuşların cıvıltılarını dinledim. 10.30 da otobüsün hareket saati vardı. Ben 8 de yurttan ayrıldım. Elimdeki valize tüm güzel duygularımı, yaşadıklarımı, sohbetleri, 40 yıllık hatıraları ve anılarımı koyarak ağır aksak yürümeye başladım. Otogar otobüslerinin kalktığı ana durağa kadar yürümeye karar verdim. Yürüdüğüm her adımda göz yaşlarım boncuk boncuk yanaklarımdan süzüldü. Çünkü belki de son kez geçiyordum bu yollardan. Elimde diplomam, yüreğimde hüzün vardı. Film şeridi gibiydi. Attığım her adımın geçmişteki yaşanmışlığına gidiyordum. O an sokakta biri yürüyordu elinde valizle ama o orada değildi adeta. Gözleri nemliydi ve hatıralarının içinde yaşayarak yürüyordu. Ana durağa yaklaşmıştım. Son ziyaretimi de orada gerçekleştirdim. 4 yıl boyunca her daim kapısını çaldığımız kırtasiye dükkanına gelmiştim. Baba ve oğlu birlikte çalışıyorlardı. Öyle samimi ve öyle candan insanlardı ki. Son 40 yılımı da orada tamamladım. Yavaştan durağa geçtim. Minübüse bindim. Harekete yarım saat kala otogara gelmiştim. Çok duyguluydum. Karnımdaki açlığı hissettim. Çantama elimi attım. Dün hocamın ısmarladığı yarım kalan tostu gördüm. Elime aldım ve yemeye başladım. Alınan bir tost iki günlük tek kahvaltı yemeğim olmuştu. Hocam yaptığı bir iyiliğin benim için böyle sonuçlanacağını bilmiyordu. Öyle ya her ufak iyilik büyük bir dokunuştur aslında. Gözyaşlarım eşliğinde tostun son lokmasını da ağzıma attım. Otobüse doğru yanaştım. Valizimi görevliye verdim. Saatime baktığımda 10 bin adımı gösteriyordu. Yorulmuştum aynı zamanda üzgündüm. Yine çift kişilik aldığım koltuğa iliştim. Ama dua etmeye başlamadan bir bebekli anne yanıma yanaştı. Çok tatlı bir bebekti. Ama ben çok hüzün doluydum. Onu mutlu edecek enerjim yoktu içimde. Sonra montumun şapkasını kafama geçirdim. Kulağıma bir müzik iliştirdim. Kafamı cama dayadım ve ağlamaya başlamak için hareket etmeyi beklemeye başladım. 10.35 olduğunda hareket ettik. -Elveda güzel şehir- iç sesimle birlikte gözyaşlarım süzülmeye başladı. Bir daha ne zaman yolum düşerdi, bilmiyordum. 3 saatlik yol boyunca gözyaşlarım dinmedi. Çok mutlu ve dolu dolu iki gün geçirmiştim. Fotoğraf çekinmek bile bazı zamanlarda aklıma gelmedi. Aklıma geldiği zaman da ben çekinmedim. Çünkü son olduğunu bilerek hatıramda kalsın istemedim. Mezuniyet töreni zamanında ayrılırken çekildiğim fotoğraflar kalsın galerimde ve tekrar kavuşmak ümidi doluşsun içime.
Usul usul gidiyorduk. Ne çevremde olanlara bakıyordum ne de etrafımdaki seslere. Hüzünle dolan kalbimi sakinleştirmeye çalışan gözyaşlarımı siliyordum sadece. Ve tekrar Ankara’ ya gelmiştim. İndim otobüsten ve metroya doğru harekete geçtim. Gözyaşlarım durmuştu. Çünkü mutlu sona gelmiştik. Kalabalık ve karmakarışık şehir de durup duyguları yaşamaya yer yoktu. Her şey son derece hızlıydı. İnsanlar hızlı, araçlar hızlı, yaşam hızlıydı. Durup düşünmeye kimsenin vakti yoktu. Derhal eve gitmek istiyordum. Midemin açlığı, bacaklarımın yorgunluğu ve gözlerimdeki uykusuzluk beni bitkin hale getirmişti. Şehir içi ulaşım şehirlerarası ulaşımdan daha çetindi. 16.00 sularında evime geldim. Eşyalarımı yerleştirip kendimi suyun altına attım. Hâlâ yarım tost ile duruyordum. Ve yemek yemek için mutfağa geçtim. Artık gerçek yaşamın içindeydim tekrar. Mutsuz yüzler ve ruhsuz konuşmalar…
DİPNOT:
Bu yol, bu yolculuk, bu ziyaretler bana çok şey öğretti. Kin tutmadan sadece sevgi ve iyiliği yaymak için çabaladım. Anlayan olursa ne mutlu. İnsanlar yaptıklarına pek bakmıyorlar, karşıdaki beni görsün istiyorlar. Öyle ya benliğimizi çok büyüttük. Vefayı yaşıyorum, yaşatmaya çalışıyorum. Yarın son nefesi verdiğimde ” iyi insandı” densin yeter. Bazıları yaptıklarımı enayilik olarak algılayabilir. Enayilik değildi enaniyetten vazgeçişti. Anlayana, görmek isteyene. Mutlu olmak için mutlu etmek, iyi hissetmek için ise iyilik yapmak yeterli insana. Bir tost bir çay bir kahve bana bu yolculuktan derin anlamlar bırakan şeylerdi işte. Beni görünce gülen yüzler gördüm. Bu bana yetti. Ne kırgınlıklarımı hatırladım ne de küskünlüklerimi yaşadım. Üç günlük dünya idi burası, herkese gül uzattım. Kabul edene…
Beni gören, adımı anan herkes ‘iyi insandı’ desin bu bana yeter.
“Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal,
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ(seda) imiş”