‘’ İnsan her nefeste yeni biri olur ve her nefes, içini doldurduğumuz kelimelerle bilmediğimiz bir aleme yolculuk eder; sonra da oradan hediyelerle geri döner.’’
-Hz. Mevlana-
Ağzımızdan çıkan her kelimenin açığa çıkmayı bekleyen, şimdiye kadar sessiz kalmış bir sesi vardır. Nasıl ki her varoluşun bir sebebi varsa her kelimenin dünyaya düşmesinde de öyle bir nedeni, nasılı dolaşır zihinlerin en kuytu köşelerinde. Eğer bu köşelerde anlam bulamazsa da kaybolur diğerlerinin arasında, sıradanlaşır. Ama gerçek manasıyla buluştuğu zaman da hedefini kalbinden vuran ‘’vahşi’’ bir mızraktan farkı kalmaz.
Konuşmak yaratıcının bize vermiş olduğu hem bir ödül hem de bir ceza aslında. Kimi zaman en gösterişli kelimeler bile dağıtamaz buhranımızı, dalgalandıramaz ipekten bir çarşaf gibi duran denizlerimizi. Beyaza boyayamaz yeisten kapkara kesilmiş bulutlarımızı, bir güvercin gibi uçuramaz hapsolmuş umutlarımızı. Kimi zaman da en sade, en sıradan halleriyle koparır koca Nuh tufanını küçücük gövdemizde. Her gün onlarca, belki de yüzlerce kez dilimize düşen ‘baba’ kelimesi bile sızlatmaya yeter kimilerinin burun direklerini mesela. Ya da çoğu zaman varlığının bile farkında olmadığımız ‘evlat’ kelimesi…
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.
-İsmet özel-
Farkında değiliz bazı kelimelerin değerinin. Dilimizin en tatlı köşelerinden çıkanların ne anlam ifade ettiği, vücudumuza yeni giren bir virüs gibi yabancı olmalı oysa. Ateşimizi çıkarmalı, titretmeli her seferinde. Ama aynı kelime herkes için aynı değeri taşımıyor maalesef, bazı anlamlara gelmiyor. Her gün defalarca dilimizden dökülen ‘’Ne yesek?’’ cümlesini hayatında kuramamış ve kuramayacak kaç çocuk var kim bilir şu çarkı bozuk dünya üzerinde. ‘’Yürümek’’ kelimesi yorgunluktan başka bir anlam ifade etmezken bizim için, kaç beden vardır dikenli tellerin altında duvara çarpmak zorunda kalmadan yürümeyi iliklerine kadar özleyen? Ya da özgür olduğumuzun farkında mıyız mesela? Ne anlam ifade ediyor bu kelime bizim için? Gökyüzüne bakabiliyor olmak özgürlük kelimesini anlamlandırmak için yetiyor mu bizlere? Yetmiyor.
‘’Kelimeler, kelimeler albayım. Bazı anlamlara gelmiyor.’’
-Oğuz Atay-
Yeter mi kelimeler her şeyi anlatmaya? Yârin kapısında beklemeyi hangi kırık dökük sözle açıklayabiliriz ki? Bir gülüşüyle bütün sıkıntılarının bertaraf olduğu insana şimdi ‘Gel’ bile diyememeyi hangi yamalı, sökük dağarcık betimleyebilir? Her şeye gücü yeter mi kelimelerin? Aklına geldiğinde ağlamamak için dudakları ısırtan, burnunun direğini sızlatan ama yine de çisil çisil yağmur gibi dökülen gözyaşının yerini ne diyerek doldurabiliriz? Bazı şeyler anlamlandırılamaz, sadece yaştır onlar.
Doğan her şey gibi kelimelerin de bir ölümü var. Her yeni gibi onlar da eskir. Güneşe benzer kelime-i beşer. Karanlık mutlaka gelir oturur yerine bir süre sonra. Sonra yeniden doğar bambaşka şeylerin üstüne. Ama başkadır o, düşmüştür gövdesi çoktan. Eskimeyen bir şey var ise o da Kelamullahtır. Meşe yaprağı gibi sararıp düşmez Allah’ın kelimeleri. Çam yaprağı gibi ilelebet yeşildir. ‘’Yeryüzündeki ağaçlar kalem olsaydı, deniz de mürekkep olsa ve bundan sonra da yedi deniz daha mürekkep olup o denize katılsa yine de Allah’ın kelimeleri yazılmakla tükenmezdi.’’(Lokman/27).
Ama biz beşeriz ve kelimelerimiz sadece yüreğimizdeki ve zihnimizdeki acılar, sevinçler, hayal kırıklıkları, düşünceler kadar. Dudaklarımızdan ne döktüğümüze dikkat etmek borcu boynumuzun. Unutmayın! Kelimelerden inançlarımıza, inançlarımızdan davranışlarımıza, davranışlardan yarattığımız gerçekliklere uzanan upuzun bir yolculuktayız her birimiz. Yarattığımız gerçeklerse hayatımız. Kelimelerin gücünü hafife almayın!