Bilinçaltı
İnsan beyni günde yaklaşık iki bin uyarıcı ile karşı karşıyadır. Dışarıdan gelen uyarıcıların kabulü algıyı gerçekleştirir. Ancak bu uyarıcıların sadece çok az bir bölümü beyin tarafından bilinçli olarak algılanır, gerisi bilinçaltı belleğe saklanır. Bilinçaltına yerleşen bilgiler değiştirilemez, bilinçaltı bellek insan davranışlarını ve kararlarını etkiler. Jung, zihnin üç seviyede oluştuğunu söyler. Bunlar, bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır. Bilincin merkezinde ego vardır. Bilinç, bilinçaltının yanında ikincil öneme sahiptir. Bilincin görünen yanından çok, gizli kalmış görünmeyen yanlarına dikkat çeker. Kişisel bilinçaltı, anılardan, arzulardan, dürtülerden, silik algılardan ve unutulmuş deneyimlerden oluşur. Kişisel bilinçaltındaki deneyimler, gruplaşarak, kompleksleri oluştururlar. Kompleksler, zihin, güç ve aşağılık duygusu gibi düşüncelerle meşgul olmasıyla tanımlanan ortak ana konularla, duygu, anı ve isteklerin kalıplarıdır. Kolektif bilinçaltının içeriğini arketipler olarak adlandıran Jung, en temel arketiplerden olan “persona”yı insanın kendini korumak için büründüğü kişilik olarak tanımlar. İnsanlar akıllarından geçen her şeyin çok azının bile bilincinde değildirler. Freud’un buzdağı örneğinde olduğu gibi bilinç, sadece suyun üzerinde kalan, yani farkında olunan küçük bir kısımdır. Bilinç, algıları ve anıları kapsar, kişinin kontrolü altındadır. Bilinçaltı ise, tüm deneyimleri ve baskılanan düşünceleri depolar. Farkındalık dışı olan, ulaşılamayan gereksinimler ve istekler bilinçaltının hükmündedir. İnsanlar herhangi bir eşyaya sahip olmak için gereksinmeleri doğrultusunda ve bilinçsiz olarak yani bilinçaltının güdümünde çaba gösterirler. Bunun daha ileri safhası çift kişilik geliştirmektir. Kişilikler birbirinin farkında değildir ve genellikle zıt özelliklere sahiptir. Temel kişilik kibar, sakin, temkinli, olgun, toplumla uyumlu iken ikinci kişilik, kaba, sürekli etkin, aşırı hareketli ve uçarı bir özellik gösterir.
İd, Ego, Süper Ego
Freud’un oluşturduğu ‘Yapısal Kişilik Kuramı’na göre kişiliği belirleyen üç sistem vardır; ilkel ben (id), ben (ego) ve üst ben (süperego). Davranış, bu üç sistem arasındaki hiyerarşik etkileşimin ürünüdür. İlkel ben (id), kalıtsal olarak gelen, içgüdüleri de içeren ve doğuştan var olan psikolojik gizilgüçlerin tümüdür. Bu sistem cinselliğin egemen olduğu kısımdır. Ayrıca diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Ben (ego), bireyin çevresiyle olan ilişkilerinde sahip olduğu işlevleri kapsar. Tutku, şehvet ve arzuları içeren cinsiyete ilişkin duyguların kaynadığı ilkel benlik, toplumsal ve uygar yaşamdaki gereksinmeler doğrultusunda kontrol edilmeli ve cinsiyete ilişkin olarak istenilecek her şeye günlük yaşamda izin vermemelidir. İşte ben, ilkel benlikten gelen önerileri çevreden kaynaklanan öğretilerle yeniden düzenleyen ve onları yaşanılan çevrenin kabul edebileceği biçime sokan sistemdir. Özellikle cinsellikle ilgili gereksinimlerin açığa çıkmasını engeller, bazılarını ise erteler; denetleyici bir işlevi vardır. Bu gereksinmeler karşılanamadığı zaman ise kişiye ruhsal acılar verir, davranış bozukluklarına yol açar. Üst ben (süperego) ise ahlâksal değerleri, vicdan gibi soyut ve erdemli kavramları içeren emirleri yönetir. Kişiye karanlıkta dahi esnerken eliyle ağzını kapattıran, görgü kurallarını temel alan ve başkaları tarafından onaylanmaya ilişkin tavırlar takındıran bu bölümdür. Dürüstlük eylem ve arzularını onama ya da onamama, eleştirel kişisel gözlemleme, kendini cezalandırma, yanlışların onarılması ve pişmanlık duyma gereksinmesi, erdemli ya da dürüst düşünce ve eylemlerden ötürü kendini övme ve sevme şeklinde işlevleri vardır.
Cinsellik
Freud’a göre kişiliğin temelinde yatan en önemli dürtü cinselliktir. İnsan davranışlarının temelinde gizli kalmış yanlar bulunmaktadır ve bu yanlar çoğu kez o insanca bile tanımlanamamaktadır. Cinsellik bilinçaltından yönetilir; insanın bu gizemli yanına ulaşıldığında yalnız özel sorunların değil, bütün davranışların kökeninde cinselliğin yattığının görüleceğini öne sürer. Özellikle bastırılmış, unutulmaya çalışılan olaylar, duygular ve anılar, içgüdülerle yüklü bir biçimde kişiliğin çıkış noktasını oluşturur. Jung’a göre cinsellik, insan motivasyonunda küçük bir role sahiptir. Freud ise libidoyu kafamızın içindekileri yansıtan cinsel içgüdü kuvveti şeklinde tanımlamış, daha sonra bu kavramın anlamını tüm yaşam içgüdülerinin enerjisini kapsayıcı boyutta genişletmiştir. Libido değişik şekillerdeki şehvet ya da tensel hoşnutluklar ve elde edebilecek hazza işaret eder ancak Freud tüm zevk veren eylemleri de kast etmiş ve yaşamın en büyük hedefinin acıları engelleyerek zevk almak olduğunu belirtmiştir.
Tüm yaşamsal enerjinin ana dürtüsü olarak cinselliği gösteren Freud bile 40’lı yaşlarında cinselliği reddetmiştir. Denilebilir ki insanlar, özel yaşama yönelik olan konularda herkesin uluorta yargılarda bulunmasına direnç gösterir çünkü toplumda erkek ve kadına öğretilen kurallar vardır. Bu gibi konular baskı altına alınır, cinsellik bilinçaltına itilir, dışlanır, reddedilir. Oysa, düşünceler ve içgüdüler kişinin cinsiyetini ve kısmen davranışlarını açıklayacaktır.
Semboller
Adler, Freud’dan farklı olarak kişiliğin çevre unsurlarına karşı bireyin doğrudan doğruya kendisinin geliştirmiş olduğu bir bileşim olduğunu savunur. Kişilik, bireyin çevresindeki olaylarda değil, algılanan bütün uyarıcıların bireyin öznel değer yargıları, ilgi alanları, duyguları ve düşünceleri yardımı ile çözümlenmesinin bir sonucudur. Bireyin uyarıcıları güncel yorumlama biçimine ilişkin davranışları, onun kişiliğine ilişkin göstergelerdir. Birey çevresindeki uyarıcıları algılayıp duruma hâkimiyetini korumak için kimi zaman gerçek nesnenin yerine, baş edebileceği bir nesne koyar.
“Bir dürtü nesnesinin yerine, ona az çok benzeyen, bir başka dürtü nesnesini” koymak sembolleştirme olarak tanımlanır. Ulaşılması çok güç ya da olanaksız görülen bir amacın yerine başka bir amaç konması da asıl amacı simgelemektedir. Semboller gizlenmiş ya da kesin olmayan şeylerin yerine geçen şeylerdir. Sembol düşünce, istek, arzu gibi birçok yerleşik kavramların yerine geçebilir. Erkek ve kadın kahramanlar genellikle semboliktir ve sembolik olarak onların yerine geçen terimlerle yorumlanmış olabilir. Onlarla ilgili olarak kullanılan sembollerin çoğu, ilişkilerini yansıtan bilinçaltı ögelerden oluşur. Semboller, bilinçaltındaki duyguların ve inançların açılmaz kapılarının aralanmasında yardımcı olur ve bunu sağlayan birer anahtardırlar. Bu kurama göre, bilinçaltındaki cinsel ve saldırgan istekler sembolizm yoluyla maskelenir ki bu da üst benden kaynaklanan suçluluk duygusundan kaçmayı sağlar. Özellikle düşlerin içerikleri, gizli ve sembolik anlamlara işaret eder. Gizil içerikteki yasak istekler, açık içerikte bir sembolle açıklanmaktadır. Sembollerin pek çoğu sadece düş sahibinin yaşantısıyla ilgilidir, diğerleri ise tüm insanlarda ortaktır ve daima aynı anlamdadır. Freud’a göre bahçeler, balkonlar veya kapılar gibi genel semboller kadın bedenini, düzgün yüzeyli ev erkek bedenini, yıkanmak doğumu, bir yolculuğa başlamak ölümü, uçmak takdir edilme isteğini vb. temsil eder. Tüm düşler duygusal çatışmalardan kaynaklanmayabilir, uyunan fiziksel ortam da düşleri etkileyebilir.
Düşler
Uykuda beliren imgelerin tümü düş olarak tanımlanır. Günlük uğraşılar, bilinçaltına itilmiş anılar, düşleri etkiler. Düş imgeleri semboliktir ve bilinçaltına götüren ipuçları içerir. Freud’a göre düşler, günlük yaşantıda doyurulamayan isteklerin kılık değiştirip bilincin kabul edebileceği bir biçime dönüşmelerinden ibarettir; özellikle cinsel kompleksleri bilince çıkarırken birtakım simgeler kullanırlar. Düşlerin yaşanmış gerçeklerden yansıdığı kesinlikle saptanmıştır, örneğin doğuştan kör olan bir insan düşünde hiçbir görsel imge görmez, doğuştan sağır olan biri ise düşünde hiçbir ses işitmez. İnsanın, günlük yaşamında dikkat etmediği ve yarım algıladığını sandığı duyumlar düşlerde tamamlanır. İnsanlar düşlerinde çok belirgin şeyleri görmeye kendi kendilerine izin vermezler. Görülenler, bir tür sansür mekanizmanın (üst ben) yasaklamış olduğu düşüncelerdir. Semboller, sansür sisteminin gizlenmiş olan yasaklanmış olan ögelerin de düşlerde gündeme gelmesine olanak tanır. Freud düşlerin, bastırılmış arzuların maske altından doyurulmasını temsil ettiğine ve bu nedenle düş öykülerinin göründüğünden çok daha anlamlı ve karmaşık olduğuna inanmıştır. Bu arzular ve istekler bilinç kontrolünün zayıflamış olduğu uyku durumunda ortaya çıkar. Düşlerin iki içerik düzeyi vardır; gizli içerik ve açık içerik. Gizli içerik, sembolik olarak ifade edilen bilinçaltı dürtü, istek ve korkulardan oluşur. Kişi dışlanma ve küçümsenme korkusuyla cinsel ve saldırgan güdüleri düşünde daha kabul edilebilir bir içeriğe dönüştürmektedir. Freud’la birlikte Erich Fromm’a göre de sembollerin çoğu cinseldir. Jung’a göre düşler ayrıca, bireyin sahip olduğu çelişkiler arasında bir denge kurarak ilişkilerini geliştirmesine katkı sağlar. Görülen düşler, aynı zamanda gören kişinin kişilik özelliklerini de yansıtır. Düşlerde isteklerin açılımı ve yorumlanışı görülür. Düşler, düş görenlerin yaşamı konusunda önemli ipuçları verebilir.
Saldırganlık ve Suçluluk
Saldırganlık, birine ya da bir şeye zarar veya acı vermek amacıyla yapılan davranıştır, öfke ve düşmanlık duygularıyla ilgilidir; tehdit, aşağılanma ve engellenme gibi durumlarda ortaya çıkar. Bir davranışın saldırgan olduğuna karar vermek niyete bakmakla mümkündür. Saldırgan davranışlar araç olarak ve düşmanca olmak üzere ikiye ayrılır. Araç olarak saldırganlıkta bir tehlike karşısında kendini koruma söz konusudur; düşmanca saldırganlıkta ise zarar vermek başlı başına amaçtır, duygusal olarak fazlaca uyarılma durumunda ortaya çıkar. Freud, saldırganlığın gerekli olduğunu aksi takdirde enerji birikiminin dışa boşalamayacağı ve ruhsal bir rahatsızlığa dönüşeceğini savunmuş, cinsellik gibi doğuştan getirilen kuvvetli bir eğilim olduğunu savunmuştur. Ne var ki sonraki araştırmalar, saldırganlığın öğrenme yoluyla pekiştirildiğini ortaya koymuştur. Bu iki eğilim toplum içinde uyumlu yaşamayı zorlaştırmaktadır. Birey, sosyalleşmede rolü olan anne-baba, öğretmen gibi kişilerce çocukluktan itibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandırılır. Toplum tarafından hoş karşılanmayan saldırganlık da, cinsellik gibi üst benin baskısıyla bilinçaltına itilir.
Kişi, birine zarar verdiği zaman bilişsel bir tutarsızlık yaşar, çünkü bu durum iyi ve mantıklı bir insan olma fikriyle ters düşer. Bu durum suçluluk yaratır ve suçluluk duygusundan kurtulmak için saldırılan hedef kişinin bunu gerçekten hak ettiğine inanılır. Suçluluk duygusu, kişinin kendisini kınayan, suçlayan, eleştiren bir iç sestir. Suçluluk hisseden kişi kendisini değersizleştirir. Yaptığı yanlışı kendi çerçevesi içinde sınırlı tutmayarak özsaygısını sarsacak biçimde kendisini eleştirir ve kınar. Yapılan bir şeyin yanlış olduğuna nasıl karar verildiği önemlidir; yersiz yere kendini suçlamaya eğilimli olan kişiler katı bir üst benliğe sahip, aşırı vicdanlı kişilerdir, kimseye öfkelenmemeleri ve kimseyi kırmamaları gerektiğini düşünürler. Bu kişiler en ufak öfke hissettiklerinde bunu gizleyerek hemen suçluluk hissetmeye başlarlar. Özellikle kimseyi kırmaması gerektiğini düşünenler, karşıdakinin kırıldığını düşündükleri anda suçluluk hissetmeye başlarlar. Freud’a göre genel anlamda uygarlığın bedeli insan için çok büyüktür; insan çok fazla şeyden, özellikle cinsiyetinden vazgeçmeye zorlanmaktadır ve özünden uzaklaştığından ötürü suçluluk duyar. Bu noktada mizah devreye girer, suçluluk duygularını gizlemek ve onlardan kaçınmak için belli saldırganlık biçimlerinden keyif almak öğrenilir. Örneğin; spor müsabakaları, gladyatör gösterileri, insanlığın saldırganlığı eğlenceye çevirdiği alanlardır.
Savunma Mekanizmaları
Savunma mekanizmaları, ego tarafından içgüdülerin kontrol edilmesi ve endişelerin savuşturulması yönünde kullanılmış çeşitli yöntemlerdir. Farkında olmadan, bilinçsiz olarak kaygıdan kurtulma çabasına verilen isimdir. Belirli ortamlar bireyde kaygıya yol açtığında, birey bilmeden savunma mekanizmalarını kullanmaya başlar.
Kararsızlık
Aynı nesne ya da insana karşı sevgi ve nefretin ya da çekiciliğin kapılma veya itmenin aynı anda hissedilişidir. Bazen çelişkili istekleri doyurmak isteyen insanlarda bu duygular, çabuk bir biçimde ardı ardına değişiklik gösterir.
Yalanlama ya da İnkâr
Birey, daha önce yapmış olduğu bir davranışı tamamen reddederek bu yaptığı kötü bir davranıştan doğacak kaygıyı önlemeye çalışabilir. Travmatik bir durum karşısında ne düşündüğünü, ne duyumsadığını ve ne algıladığını çarpıtarak kendisini korumak ister. Bilinçaltındaki cinsel ve sinirsel dürtülere bağlı olduğu için kişiyi rahatsız eden konuları reddedişi ifade eder. Endişe yaratan bir şeyin gerçekliğinin kabulünü bilince gitmesini önleyerek reddetmek ya da bir düş ürününe kişinin kendini kaptırmasıdır.
Düşkünlük
Genellikle sarsıcı bir deneyimin sonucunda, bir şeye gösterilen kişiye tedirginlik veren tavır ya da bağlılıktır. İd’in haz arayan enerjisi yüzünden ortaya çıkan bir nesneye ya da bireye karşı ısrarcı odaklanmaya işaret eder. Psikoseksüel düzeyde bir meselenin ya da çatışmanın çözülememesi durumunda ortaya çıkar ve bireyi bu düzeye odaklanmış halde bırakır, diğer bir düzeye geçişi imkânsız kılar. Çocukluktaki oral dönemde yetersiz tatmin, alkol, sigara, aşırı yeme, tırnak yeme gibi düşkünlüklere dönüşebilir.
Özdeşleştirme
Davranış veya düşünce yapısı olarak bir şey ya da bir kimse ‘gibi’ olma isteğidir. Kendilik değerini üst düzeyde tutarak bireyi kaybetme ve yetersizlik duygularından korur. Kişi, yetersizlik ve aşağılık duygularının etkisiyle, başarılı kişi, kurum veya gruplar ile özdeşim kurarak değerli algılanma çabası içine girer. Kendinde bulunan özellikleri özenilir değildir, kendisi olmaktan çıkıp, istediği özelliklere sahip başka biriymiş gibi davranmaya başlar.
Yansıtma
Kişinin kendi içindeki olumsuz ve düşmanca duyguları, bunu bir başkasına yükleyerek reddetmesi durumudur. Böylece, birisinden nefret eden kişi, bu nefretini başkasına yansıtarak kendini kandırır. Bireyin kendisinde bulunan kusurları başkalarında görme davranışıdır. Kendisinde bulunan olumsuz yönleri zorunlu ve gerekli imiş gibi gösterir ya da bunları başkasında görür.
Tepki
Bir çift kararsız tutum, sorunları da beraberinde getirir. Biri diğerini bastırarak ve onu bilinçaltına iter. Örneğin, bir kişi sevgi ve nefret arasında kararsız duygulara sahip olabilir. Eğer, nefret bilinçaltına saklanmışsa ve sevginin boyunduruğu altında bastırılmışsa nefretin yerini sevgi alır ve kişi tepki geliştirmiş olur. Gerçekte hissedilen duyguların tam aksi yapıldığı zaman kendini göstermiş olur. Gerçek duyguları göstermenin uygun kaçmayacağına inanılan durumda gerçek duruma tamamen zıt, ancak o ortamda kabul edilebilecek duyguyu yansıtmaktır. Olayların asıl sorumlusu başkalarıdır, kendisindeki kabul edilemez şehvet arzuları, saldırgan tavırlar, bencillik vb. karşı tarafın özellikleri olarak açıklanır.
Engelleme ve Hayal Kurma
Bilinçaltındaki içgüdüsel isteklerin anıların ve tutkuların bilince varması engellenir. Bu, temel savunma mekanizmalarından biridir. İnsan kendisine yakıştıramadıklarını, bilincinden kovar ve unutmaya çalışır. Olumsuz duygulardan kurtulmak için kendisini daha güzel, beğenilir, takdir edilir birisi olarak hayal eder. Kişi kendisini olmak istediği yerde ve kişilerle, olmak istediği konumda görür.
Bastırma
Bazı düşünceler derin kaygılara neden olabilir. Böyle düşünceleri yok sayarak huzursuzluktan kaçma durumudur, aslında yok sayılan düşünce bilinçaltına itilmektedir. Freud’un ileri sürdüğü en önemli süreçlerden biri olan bu savunma mekanizması birçok benlik savunmalarının özünü oluşturur. Yaşamın ilk beş altı yılında acı veren yaşantıların birçoğunun, bilinçaltına gömüldüğü ve daha sonraki yıllarda bu üzeri örtülen acı verici olayların bireylerin davranışlarını etkilediğine inanılmaktadır.
Mantıksallaştırma
Bilinçaltından kaynaklanan davranışlara, mantıklı ve akılcı nedenler ve mazeretler önermektir. Bireyin yapmış olduğu belirli bir davranışı hafifletici mazeretler bulmasıdır, böylece davranışını olduğundan daha az yanlış veya haklı gösterme çabasına girer. Aşırı ego dürtülerinin güdümüyle belirli davranışların haklı gösterilmesi ve düş kırıklıklarını bertaraf etmesi umulmaktadır.
Gerileme
Sıkıntı ve endişe verici durumlarda yaşam gelişiminin daha önceki basamaklarına geri dönüşü anlatır. Bireyler güvende olacakları inancıyla gelişimin daha önceki evrelerinde yaptıkları davranışlara dönebilirler. Ciddi stres veya aşırı güçlüklü karşılaşan bireyler, çocukça ve uygun olmayan davranışlar içine girerek kaygılarının üstesinden gelmeye çalışabilirler.