Masadan kalktı. Açık pencereden içeriye giren ıhlamur kokusu öfkesini artırmıştı, sevmiyordu ıhlamuru. Sıradandı, kolay ulaşılabilir, hafif bi bitkiydi ıhlamur. Nane öyle miydi ? Nane’nin ağırlığı vardı, nane sertti, netti.
Hava çok sıcak olduğu için pencereyi de kapatamıyor, buna tahammül etmesi gerektiği düşüncesi onu çıldırtacak kadar öfkelendiriyordu. Eline geçen her şeyi fırlatmak istedi. Neleri fırlatabileceğine baktı, tekrardan oturup düşünmeye başladı.
Eline geçen anahtarlığı, masanın üzerindeki vazoya fırlatsa, vazo düşüp kırılsa.. Çıkan sesle, sonradan toplaması gereken dağınıklığı tarttı. Vazo kırıldığında çıkan ses onu tatmin etmeyecekti. Birde üstüne temizlik yapacaktı, bunu istemedi.
Evde balta var mı diye düşündü. Masayı kırsa çok pislik çıkmaz, hemde rahatlardı. Zaten bu masadan sıkılmıştı, değiştirmek için sebebi olurdu. E annesine ne diyecekti? O görmeden masayı nasıl evden çıkaracağını, yenisini içeri nasıl sokacağını planlamaya başladı. Ama hayır, masaya harcayacağı mesai gözünde büyüdü. Zaten sakinleşmişti. Yine de bir şeyleri kırmak için ayağa kalksa öfkesinin tazeleneceğini biliyordu. Sakinleşmek elinde olduğu gibi, sinirlenmekte elindeydi.
Gülümsedi, insan olmanın tuhaflıkları ona komik geliyordu. Her şeyin çözülebilmesi, hayatı anlamsızlaştırıyordu. İnsandı sinirleniyordu, sonra sakinleşiyordu, sonra da unutup devam ediyordu hayata. Bu saçmalıktı eğer unutabileceği bir şeyse neden sinirlenmişti ki?
Anlamsızdı yaşamak, bir sürü gereksiz şeyin bütünü gibiydi. İnsan zaten yaşaması için her şeyi hazır edilmiş dünyada yaşamak için çabalayan ve yaşamı kendine zorlaştırandı.
İcatlar yaparak kolaylaştırıyor gibi gözüküp, insanı sağlıksız hale getiren, aklıyla doğada farkı olan varlığı aptallaştıran değil miydi?
Bu icatlar, bu devlet, yöneticiler ve küçücük insan.
Yönetilen, kendini yöneticisini seçtiğini sanan, sonra kendisinden saklanan sırları, kötülükleri dünyanın karanlık gerçeklerini öğrenince ahlayıp vahlayan insan.
Kendi gibi insanların eline bakan, ama hep bakan göremeyen insan.
Sesini çıkarmak isteyen, ne kadar izin verilirse o kadar sesini çıkarabilen insan.
Ürettiğini, çabaladığını, değiştirebileceğini, hatta belki biraz değiştirdiğini sanan ve vazgeçen insan.
Bir anda ölen insan.
Elini masaya vurdu en sonunda. Neyi kırarsa kırsın, kırılanın yeri doldurulacaktı zaten. Kendisinden vazgeçti. Bu kadar anlamsızlık içinde yaşamaktan vazgeçti. Faydalı olmak istedi. Kendisini öldürecek ve yazdığı notla mezarının üzerine ağaç dikilmesini isteyecekti. Bu hayatta olmak hiç istememişti ki zaten. Ağacın gübresi olmayı seçti.