Tahsin YÜCEL, 1933-2016 yılları arasında yaşamış Kahramanmaraşlı öykü, roman yazarlarımızdandır. Başaralı çevirileri ile de bilinmektedir. Fransız dili ve edebiyatı bölümünden mezun olan yazar, bitirdiği bölümde akademik çalışmalarını sürdürerek daha sonra profesör unvanı almıştır. 2000 yılında görev yaptığı İstanbul Üniversitesinden emekli olmuştur.
Tahsin YÜCEL, edebiyat alanına kitapları ve çalışmalarıyla pek çok değer kazandırmıştır. Kumru ile Kumru adlı eseri de edebiyat alanına kazandırdığı önemli romanlarından biridir. Roman 2005 yılında Can Yayınlarından çıkmıştır.
Eserde, dil yönünden okuru zorlamayacak, akıcı, yalın bir dil kullanılmıştır. Yalın dili kitabın kurgusu ile bütünleştiğinde okurda muhteşem bir lezzet uyandırmaktadır. Ustaca düşünülmüş kurgusu ile Kumru ile Kumru, bireyin tüketim çılgınlığı ile metalaştırdığı nesneleri ele almaktadır. Çok sıradan gibi görünen bu konuyu işleyiş tarzı ile yazar, topluma ayna tutarak ağır eleştirilerde bulunmaktadır. Kitapta bilinçlice seçilmiş olaylar, nesneler ve karakterler mevcuttur. Kitabı değerlendirebilmek adına kısaca özetlemek gerekirse; Ana karakterimiz kitaba ismini veren Kumru, köyde başlık parası karşılığında kentte kapıcılık işi ile meşgul Pehlivan ile evlendirilir. Kente göçüyle beraber görmediği bir dünya ile karşı karşıya kalır. Uzun süre evlere temizliğe giderek modern hayatla kendi hayatı arasında mekik dokur. Keşfettiği bu dünyaya büyük bir hayranlık ve tutku duymaya başlar. Bu tutku kendisini basit bir buzdolabı alma istediği gibi gösterse de Kumru’nun esas isteği, ihtiyacını gidermek olmadığından sınıf atlama çabası ile özüne yabancılaşmaya başlar. Kitapta manen ve fiilen bir kayboluş hikayesi anlatılır.
Modern hayata öykünen ana karakterimiz Kumru, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi teknolojik aletlere yabancıdır. Onun bu yabancılığı, içine doğduğumuz ve sorgulamaya imkan bulamadığımız modern yaşantının köylü bir Kumru şahsında, onun duygu ve düşünceleri aracılığıyla sorgulamamıza sebep oluyor. Onun sonradan tanıdığı ve öykündüğü hayata dışardan bakma şansımızla beraber şahit olamadığımız köyden kente göçüş zamanlarının insanlar üzerindeki etkisini görmemizi sağlıyor. Böylece uzak kaldığımız, uzak kalmak yetmez, hiç tanımadığımız özümüzle baş başa kalıyoruz. Kendimizi modern dönemin çocukları olarak görsek de şehre göçümüzün birkaç nesil öncesine dayandığı ve ihtiyaç olarak algılayıp yaptığımız hayatımızı onun etrafında çevirdiğimiz çoğu şeyin sınıf atlama endişesi ile yaptığımız bilincine varıyoruz.
Kitabın başlangıç bölümlerinde Kumru’nun eşi Pehlivan bir yüzüğü göstererek Kumru’ya bu yüzüğün çok değerli olduğunu söylemiştir. Sonuna doğru ise Pehlivan bu yüzüğü satmak istediğinde değer etmediğini öğrenmiştir. Bu yüzden yüzüğü ayakları altına alıp çiğnemiştir. Kitapta eşler arasında hatta kumru ve çocukları arasında dahi görünür bir sevgi bağı yoktur. Yalnızca ulaşılan tutkular ve ulaşılan ilk an beraber sevinme sahneleri vardır. Bu yüzük benim gözümde modern toplumlarda ayaklar altına alınıp çiğnenmiş sevgi, bağlılık gibi elle tutulmaz gözle görülmez duyguları simgelemektedir. Materyalist bu toplumda sevginin maddi karşılığı olmadığında ayaklar altına alınıp çiğnenmekten başka şansı yoktur. Kumru ile Kumru yaşadığımız döneme dışardan bir gözle bakmak isteyenler için eşsiz bir eser. Kayboluşumuzun, eve dönemeyişimizin resmedilmiş hali. Bu değerli romanı okuyarak Kumru’ya, onun bir nesne etrafında yitirdiği ömrüne, topluma ve kendinize bakmanızı öneririm.