Kitabın son satırlarını okudum ve kapağı kapayıp bir süre Sabahattin Ali’nin solgun yüzünü izledim. Yazdığı romanlarda karakterlere yüklediği salt duruşlar, hepsini birer ayrı kimliğe bürüyor, okuyucuda büyük merak ve ilgi uyandırıyordu. Sanki o karakterlerin hepsiyle güçlü bir bağı varmış gibi, çoğu kez Raif Efendi’nin trajik hikayesinde hep bir yerlerde onları izlediğini hissettim… Elimdeki kitabı masaya bırakıp başımı yastığa koyduğum andan itibaren, zihnim Maria Puder’i anlamak ve düşünmekle meşgul oldu. Raif Efendi’nin nazarında onu böylesine elzem kılan güzelliğe büründüm. Daha sonra o güzelliğin verdiği yalnızlık sindi üzerime ve bir kez daha hüzünlendim. Maria Puder’in akıbetini kabullenmek duygusu bile beni kara bir girdaba itmeye yetiyordu. Hayal ettim; kürk mantosuz Madonna’nın son tablosunu… Böylesi epik bir aşkın ayrı ayrı ölümlerle neticelenmiş olması öylesine acıydı ki, Sabahattin Ali’nin yaşayıp da o hazin sonu değiştirmesini diledim bir an… Fakat acı son değişmiyordu. Hayalimde canlanan son tablo bile bu aşkı mutlulukla sonlandırmıyordu. Maria Puder yine yalnız bir şekilde ölüyordu; Raif Efendi yanına uzanamadan…
Bir lahza zaman durdu!
İnce ve hastalıklı parmakları, karşısında duran güzel kadının saçları üzerinde dolaştı… Titreyen ellerine hakim olamıyordu, bir vakit muktedir olduğu fırçaları tutmak öylesine zordu ki… O alımlı kürkün içerisinde, bütün çirkinliklerden ve kusurlardan tenzih edilmiş berceste bir çehre. Böylesi saf, duru ve sakin bakışların altında yatan mağrur seda; sessiz ve buruk bir şekilde duruyordu öylece. Mamafih yeri göğü sarsan bir fırtına kuşatmıştı etrafını…
Siliyordu işte!
Kürklüyle beraber Raif’in bütün düşlerini de siliyordu; Kürk mantolu Madonna’sını öldürmüştü tek bir fırçayla. Durdu bir müddet, nefessiz kalmıştı…
Ölüyordu.
Maria Puder, son tablosunu ardında bırakarak, fırçasının yere düşmesini bekleyen ölüm elçisine canını teslim ediyordu.
Ve fırça elinin arasından kayıp düşüyordu…”
“Raif Efendi ise kürk mantolu Madonnası olmadan geçen on seneyi ardında bırakarak, Maria’nın ölümünden bihaber muğlak bir yaşamın arasında bulmuştu kendini.”
“On sene, tam on sene, zavallı ruhumun bütün kırgınlığıyla, bir ölüye kızmış, bir ölüyü suçlu tutmuştum… Onun hatırasına bundan daha büyük bir hakaret yapılabilir miydi? Hayatımın temeli, gayesi, sebebi olan kimseden on sene, hiç tereddüt etmeden, haksızlık edebileceğimi hiç düşünmeden şüphelenmiştim. Onun hakkında en akla gelmeyecek şeyleri tasavvur etmiş ve bir an olsun durup da, belki de böyle yapmasının ve beni terk etmesinin bir sebebi vardır, dememiştim. Halbuki sebeplerin en büyüğü, en mukavemet edilmezi, ölüm varmış. Utancımdan deli olacaktım. Bir ölüye karşı duyulan hazin ve faydasız nedametle kıvranıyordum. Ömrümün sonuna kadar, diz çökerek, onun hatırasına karşı işlediğim cinayetin kefaretini vermeye çalışsam, bunda gene muvaffak olamayacağımı, insanların en günahsızına kabahatlerin en ağırını; seven bir kalbi yüzüstü bırakmak ihanetini yüklemenin, asla affedilmeyeceğini seziyordum.”
YKY Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali