Üstad Mâcid Aray’ın kaleminden, mâşuk’a aşk terennümleri. Aşk veyâhut sevmek mefhûmunun sadece erkek-kadın insicâmı ile vârid olmadığını, Mevlâna hazretlerine duyduğu özlem ile anlatıyor. Elimdeki eser 1955 basım. Zannedersem yeni bir baskısı yok. Semâzenlerin aşka olan ihtiramlarını, muhabbetlerini anlatmak için neden döndüklerini bu eserle idrâk ettim. Mâzi defterine kaydedilmiş bu naîf bir o kadar nâzik hissiyâtın unutulması aşk için zuldür….
“Sordular: Raksın neye? Söyleyemedim. Çünkü söyleyenin söylenmezlik içinde işitilmiş sözleriydi bunlar ki tekrarı asla kâbil olamazdı. Tebessümlerinin gülzarı içindeyim. İşte o andan beridir yangınla gülün, bâdeyle yangının farkını sezemez olmuşum. Raksım yanışımdan….”
Bir iksir içmişim; başımı kaybetmişim. Bir söz duymuşum; aklımı yitirmişim. Bir âlem keşfeylemişim; mekânı unutmuşum, bir derde düşmüşüm ki derdi duymaz olmuşum.
Bir kıyâmet kopardım, bir cehennem tutuşturdum, bir cennet gülzarı tarheyledim… Sevgilim, bir tebessümsün; ebedî haz ve galeyânım bundandır. Sevgilim, elindeki kızgın kadehten bir defa sunmakla beni öyle bir hâle getirdin ki yandıkça çoğalıyor, çoğaldıkça yanıyorum.
Ey şuur! Perişan hâlimin aynası ! Ne vakte kadar benliğimi sende seyredeceğim? İşte fâni akisleriyle vicdanımda kalmış olan son lem‘ayı zevâl…
Ey kurumaya mahkûm olan pınarların bekçileri! Dudaklarınızdaki kızıllığın bir gün bir kor parçası gibi bağrınıza yapışacağını unutmayın! Zîra insanın yağmur mevsiminde, ebediyyen solmaz goncalar açması için intizarlarının ateşinden biriken tahammülsüzlük sofrasında ateşi bâde, dilberi hicrân, zevki intizâr olacak günler vardır…
Sevgilim: “Yüzünde bir fecrin dalgalandığı o gün ne emsalsiz bir tebessüm vardı? Susuyordun; fakat gülüşlerindeki derin lisanı, gizli seslenişi hâlâ duymaktayım. Kirpiklerinden yırtılan gece perdelerinin bir başka vuzuh sahnesine doğru açılan sihirli bir kıpırdanışı vardı ki asla unutamam… “