Ağaçlar yapraklarını saçıyordu, Aralık girmişti devreye. Korkulu hava kendini göstermiş, buz gibi sıyırıyordu yüzümüzü. Biraz ilerleyince kendini belli etti güneş, titretti içimizi. Sağ yapıp, sol vuruyordu anlaşılan. Pek samimiyetsizdi. Aylar geçip, mevsimler birbirini kovalarken sanki bizim de içimiz renk değiştiriyor, betimiz benzimiz atıyordu. Allah’tan içimizi ısıtacak insanlar vardı da bir tarafımız hep sıcak kalabiliyordu.
Oğlan kıza baktı, gülümsedi. İçini açmıştı ona dolaylı yoldan da olsa. Kız bundan korkuyordu belki de.. Belki de ilk defa birinin ona içini açmamasını diliyor ve istiyordu.. Herkesin bir korkusu olur ya işte onun da korkusu içiydi. Can alıcı, hassas noktasıydı…
Oğlan içini belli etti. Kız gülümsedi içindeki buruklukla, bir şey diyemedi. Dilindekileri ağzına gömdü. Oğlan kızdı haklı olarak. Derin bir iç çekti ve ekledi;
“Kalpsizsin. Taş olsa erirdi şimdiye…”
‘Evet öyle. Kalpsiz değilim ama taş olsa erirdi…’ dedi içinden kız.
“Kimsenin iç âlemine karışma,
Kimseyi iç âlemine karıştırma.
Kimseye iç âlemini açma,
Gizli tut. Yan ama tütme.” demiş İbni Haldun. Belki de öyleydi…
Bazı duygular tercüme edilemez diyorlar ya tam da o haldeydi. Karşı karşıya gelinince söylenemeyen şeyleri, en azından yazılarda, şiirlerde ifade edebiliyoruz da bir nebze de olsa rahatlayabiliyoruz buna da şükür. Anlayıp anlatamadıkların, kötü addedildiğin zamanlar olur, yüzüne yüzüne çarpar durur hayat bu gerçekleri. Her defasında aynı yerden kırılırsın ama nedense devam edersin yürümeye ve yaşamaya..
Üstat Necip Fazıl’ın bir anısı vardır;
Üstada sormuşlar; “Kırılan kalp yine sever mi? Üstat da; ‘Evet’ demiş.. Adam ‘peki demiş, Üstadım siz hiç kırılan bardaktan su içtiniz mi? ‘Üstat da cevap vermiş; ‘Peki sen hiç bardak kırıldı diye su içmekten vazgeçtin mi?“
Belki, bir de bu açıdan bakmak, bazen sınırları değiştirmek gerek… İçimizi açmamaya çare gerek, içimizin yükünü karşı tarafa yüklememek gerek…
Vesselâm…