Naziler iktidara geldiğinde Almanya ekonomik olarak büyük sıkıntılar içerisindeydi ve Versay Antlaşması’nın hükümleri birçok alanda kısıtlama getirirken, nasıl oldu da barış dönemindeki bir ülkenin gerçekleştirebileceği en büyük silahlanma programını yürütmeyi başardı? Bu makalemde size detaylıca açıklamaya çalışacağım.
Naziler iktidara geldiğinde Almanya’nın ekonomik durumu iç açıcı değildir. 1920’lerin hiper enflasyon döneminin yaraları kısmen sarılabilmiştir. Ülkede işsizlik oranı %25, işsiz sayısı ise 6.5 milyonu geçmektedir. 10 yıla varan bu kronik işsizlik sorunu öyle bir hal almıştır ki toplumda beslenme yetersizlikleri ortaya çıkmıştır. Ülkenin stoklarında döviz kalmamıştır. Benzer şekilde hammadde stokları da sıfıra yakındır. 20’lere kıyasla tek olumlu gelişme para biriminden 12 sıfır atılarak elde edilen yeni Reichsmark’ın çapa olarak elde tutulabiliyor olmasıdır.
Naziler ilk önce geçmişten beri izlenen uzun vadeli ekonomik programı takip ettiler. Bu kapsamda sınırlı devlet bütçesi ile çeşitli projeler yürütülerek zamanla hem altyapıyı yükseltmek hem de halkın alım gücünü artırmak amaçlanıyordu. Fakat Nazi ideolojisi nihai bir savaşla Yahudileri ve Bolşevizmi yenilgiye uğratarak Almanya’nın hakkı olan “yaşam alanı”nı elde etmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle çok hızlı bir şekilde silahlanmak gerekiyordu.
Bu noktada devreye Alman ekonomist ve bankacı, aynı zamanda Alman Demokrat Partisi’nin kurucusu olan Hjalmar Schacht girer. Schacht ekonomi alanında doktora yapmış, bir süre ABD’de bulunarak bankacılığı deneyimlemiş hatta J.P. Morgan ve Roosevelt ile bile tanışmıştır. 1926 yılında kurucularından olduğu partisinden ayrılan Schacht, 30’ların başında Nasyonal Sosyalistler ile yakınlaşmış ve Hitler ile yakın ilişki kurmuştur. Schacht, 1932 seçimlerinden sonra dönemin büyük Alman sermayedarları ile toplantı yaparak onlardan Hindenburg’a baskı yaparak Hitler’i iktidara getirmelerini, bunun onlar için faydalı olacağını belirtmiştir. 1934 yılında da resmen ekonomi bakanı olmuştur. Buna karşın hiçbir zaman Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olmamıştır hatta rejim karşıtlarıyla sık sık görüşme halinde olmuştur.
Schacht, Naziler’in ekonomik hedefi olan tamamen kendi kendine yetebilen bir ekonomi oluşturma hedefinin teknik olarak mümkün olmadığının farkındaydı. Ülkenin mutlaka ham madde ithalatı yapması gerekiyordu. Fakat Almanya’nın dövizi yoktu. Schacht bu sorunu aşmak için Güney Amerika, Balkanlar (Türkiye de bu listeye dahil) ve Sovyetler ile ticaret yapmaya karar verdi. Burada anahtar nokta ticareti yapılan ürünün karşılığının ya Reichsmark ile ya da ağır sanayi ürünleri ile ödenmesinin kararlaştırılmış olmasıdır. Bu sayede Almanya’nın ithalat için döviz ihtiyacı kalmadı. İthalat kalemlerinin dikkat çekmemesi için Alman limanları yerine başta Amsterdam olmak üzere özgür limanlar kullanıldı.
Alman devletine ait birçok liman, trenyolu, sivil fabrika özelleştirildi ve devletin üzerindeki yük azaltılarak halka uygulanan vergi oranları düşürüldü. Bu özelleştirmelerde şirketlere belli bir kâr payı üzerine çıkıldığında bunun devlete ödenmesi şartı koyuldu. Kâr payları yüksek belirlendiği için bu kuruluşları satın alanlar Almanya’nın mevcut yapısı itibariyle asla devlete ödeme yapacak kadar kâr elde edebileceklerini düşünmemişti. Özellikle sentetik tesis yatırımları bu sayede gerçekleştirilmiştir.
Schacht’ın en şaşırtıcı fikri ve Alman silahlanmasındaki en can alıcı nokta ise; firmalara ödeme yapmak için kullanılan bir sistem geliştirmesidir. Bu sistem kapsamında Schacht kendi adına fakat devlet garantisi olan bir şirketi 1 milyon Reichsmark karşılığında kurar. Bu şirketin adı “Metallurgische Forschungsgesellschaft”dir. Bu firmaya kısaca MEFO denmektedir. MEFO aslında sahte bir şirkettir ve herhangi bir üretim yapmamaktadır, fakat statü olarak resmen tüzel bir kişiliktir. Schacht, bu şirket vasıtasıyla her biri 1 milyon Reichsmark değerinde olan çekler yazmaya başlar. Firma devlet garantili olduğu için bu çekler de piyasada değer görür zira teoride Reichsbank’a gidip bu çeki verdiğinizde devlet anında size karşılığını para olarak verecektir. Schacht firmaların yaptığı her 1 milyon Reichsmark’lık üretim için 1 MEFO çeki yazar ve firmalara verir. Fakat firmalar çoğu zaman devlete gidip bu çekin karşılığı olan parayı istememektedir çünkü Schacht Alman devletinin kasasında bu çeklerin bedelini ödeyecek para olmadığını bildiği için bu çeklere yıllık %4.5 oranında faiz uygulamıştır. Dolayısıyla şirketler bu MEFO çeklerini otomatik faiz binen birer para gibi kabul ederek kendi arasında ticaret yapmak için kullanmıştır. Öte yandan şirketlerin ihtiyaç duyduğu ithalat kalemleri de zaten devlet tarafından karşılandığı için MEFO çekleri tam anlamıyla piyasayı domine etmiştir. Bu çeklerin bir diğer önemli noktası ise bütçeye yansıtılmıyor oluşlarıdır. Dolayısıyla MEFO çeklerinin varlığından ve büyüklüğünden sözde Versay’ı denetleyen ülkelerin haberi olmamıştır.
Schacht’ın MEFO çekleri ile üretimini artıran Alman ekonomisinde işsiz sayısı tarihte görülmemiş bir hızda azalmış, 1938 yılında ise resmen işgücü açığı ortaya çıkmıştır. Bu sırada Almanya’da haftalık çalışma süreleri de 60 saati bulmuştur. 1936 yılında açıklanan dört yıllık plan kapsamında ülkenin gıda ithalatı dahi düşürülerek bütün kapasite kullanımı silah üretimine yoğunlaştırılmıştır.
Naziler yaklaşmakta olan büyük savaşı kazandıklarında elde ettikleri zenginlikle bu çek sistemini tamamen bitirmeyi planlamışlardı. Fakat bu beklendiği gibi olmadı. İşgal edilen ülkelerdeki kaynaklar Almanya’ya aktarıldığı için bölgelerdeki verimlilik hızla düştü. Örneğin Fransa’da 1940 yılında yapılan buğday hasadı geçen yıla kıyasla yarı yarıya azdı. Polonya madenlerinden çıkarılan maden miktarı işçilerin yeterli beslenememesi ve sabotajlar ile tahmin edilenin çok altında kaldı. SSCB ile savaşa girildikten sonra zaten savaş ekonomisine dönüldü.
Schacht tarafından geliştirilen MEFO çekleri ile ülkemizde geçtiğimiz dönemde yaşanan Çiftlik Bank vakası benzer özellikler taşımaktadır. Schacht’ın izlediği bu yöntem ekonomi literatürüne “helikopter para teorisi” olarak geçmiştir. Savaş başlamadan önce görevden alınan Hjalmar Schacht Nürnberg Mahkemesi’nde suçlu bulunmamıştır. İngiliz ve Sovyet hakimleri duruşma sırasında Schacht’ın izlediği politikaları anlamakta güçlük çekmişlerdir. Duruşma sırasında mahkemede bulunan Amerikan psikolog Gustave Gilbert, Hjalmar Schacht’a IQ testi uygulamış ve zeka seviyesini 143 olarak saptamıştır. Bu puan mahkemede yargılanan liderler arasındaki en yüksek değerdir.