257.gün: Kırmızı menekşe
Sevim teyzeyi hatırlarsın. Sana onu anlatmıştım. Şimdi onun hikayesini ve nasıl tanıştığımızı anlatacağım.
Kendisi kadar tatlı ve dolu dolu bir hikayesi var.
Ufuk amcayla kütüphanede tanışmışlar. Ufuk amca kütüphaneye bağışlanan kitap kolilerini taşıyormuş. Tabi asıl işi bu değilmiş bunu sonradan öğrendim.
Sevim teyze:
-Hiç ilk defa gördüğün ve ağzından çıkan tek cümlenin ‘İyi günler, bunları nereye bırakayım?’ olan birinin tüm geçmişini, o ana kadar olan tüm adımlarını merak ettin mi? Okurken asla varlığına inanamadığım kahraman karşımda duruyordu sanki.
Böyle başladı Sevim teyze anlatmaya. Aralarda durup geçmişe sarılıp geldiğini hissediyordum hatta belki de Ufuk amcadan tekrar bir çiçek alıp geliyordu…
Kim bilir?
Gerçek hayatta böyle şeyler olur muymuş dedirten dolu dolu günler geçirmişler. Tüm hikayeyi Sevim teyze bir masal anlatıyormuş gibi dinledim.
Ta ki o güne kadar 12 Mayıs 1996… Sevim teyzenin ellerinin titremeye başladığını fark etmiştim, yüzüne bakmaya cesaret edemedim. Elini tuttum sonra. İstersen anlatma diyecektim ki…
-O günü haftalar öncesinden planlamıştık. Defne’yi okuldan alıp deniz kenarına yeni açılan balıkçıya gidecektik. Ufuk, balığı çok severdi.
Adını söylerken bile yüzünde kırık ama kocaman bir gülümseme oluşuyordu. Güller açmıştı sanki yüzünde ve ön balkona göz attım hâla kırmızı bir çiçek yoktu.
-O zamanlar durumumuz çok iyi değildi tabi. Ben bir yandan aylık bütçemizi ne kadar etkiler diye düşünüyordum. Ufuk hemen sezmiş olacak ki yeni bir dava daha aldım, bu ayki bütçemiz gayet iyi, sen düşünme hiçbir şey dedi elimi tutarak. Hala düşündükçe hissederim elinin sıcaklığını. Bir daha öyle huzurlu nefes alamadım.
Ufuk amcanın sonuçlanan bir önceki davası Sevim teyzenin hissettiği sıcaklığı kırmızı bir buz kütlesine dönüştürmüştü. Okulun kapısında iki kurşun yemişti Ufuk amca. Üçüncü kurşun önüne atlayan Sevim teyzeye isabet etmişti. Felç kalmasına sebep olan insanlar, onu bu hayatta asıl ayakta tutan Ufuk amcayı almışlardı ondan.
Ağlayan bir insanın yanında ağlamadan ne kadar durulabilirdi? Sevim teyzenin yavaşça süzülen yaşlarına eşlik ettim.
-Üzerimde Ufuk’un iki doğum günüm önce aldığı yeşil elbisem vardı. Gözleri kadar yeşil ve güzel bir elbise… Ve kandan kırmızıya dönen beyaz hırkam vardı. Hastaneden çıkarken elimize verdiler.
O sırada gözüm kapının arkasında tek başın asılı beyaz hırkaya kaydı.
-Evet, o hırka. Ne bir daha giyebildim ne de atabildim onu. Ona ne zaman dokunsam Ufuk’un sesini duyuyorum sonra her yer kan kırmızısına dönüyor. Benim için çok zorlu bir dönemdi.
Geçen gün bana sormuştun ya kırmızı açan çiçekleri neden atıyorsun diye. Dayanamıyorum. Saatlerce Ufuk’tan bahsedebilirim, biri anlatsın bıkmadan dinlerim. Ama bir tek kırmızı çiçeğe dayanamıyorum.
Bizim tanışmamıza da sebep olan buydu. Bir gün marketten dönerken önüme kırmızı bir menekşe saksısı düştü. Toplayabildiğim kadar toprağını saksıya geri koydum. Kapıcıya vermeye gittim. Ben ağzımı açmadan….
-Sevim ablamındır, 2.kat 7 numara siz çıkarır mısınız?
İşte böyle adım attım o apartmana.
-Sizin galiba az önce önüme düştü.
-İstemiyorum kızım, al senin olsun. Kusura bakma az kalsın kafana düşüyormuş.
-Sorun değil. Sizi görmüştüm. Balkonu çiçek dolu olan teyzesiniz, hepsi ne kadar güzel görünüyorlar anlatamam. Benim iki tane çiçeğim var onlara bile bakamıyorum.
Uzanıp bir yerden siyah poşet aldı, çiçeği göstererek bana uzattı.
-Sağ ol kızım. İstersen sana yardımcı olurum. Her çiçek, ayrı bir çocuk gibidir. Hepsini çok seversin ama farklı şekillerde hissettirmen gerekir. Unutmadan menekşeleri ne susuz bırak ne de çok sula. Toprağı nemli kalsın yeter. Tıpkı çok ilgiden de ilgisizlikten de şikayet eden çocuk gibiler.
Tıpkı benim gibi demek istemiştim.
Ben Menekşe…
Sevim teyzeyle işte böyle tanıştık. Şu an penceremin önündeki sehpada duran menekşelerin hikayesi de bu şekilde.
258.gün: Altı çizili cümlelerim
Gündüzleri inandıklarıma geceleri de sahip çıkabilsem keşke tüm kendime verdiğim sözler elimden kayıp gidiyorlar.
Atlarınızı bağlayın hayallerim bu gece burdayız, demek istiyorum.
Birkaç yıl önce okuduğum bir kitapta şöyle bir cümle vardı gidip kitabı getireyim.
“Seninle ilk karşılaştığım andan beri hissettiğim bir şey var. Sanki bir şeyleri güçlü bir arzuyla istediğin halde, aynı zamanda o şeylerden kaçıyor gibisin.” (Sahilde Kafka)
İlk okuduğumda çok etkilenmiştim. Altını çizerken ve alıntıları topladığım defterime yazarken de. Her şey için bir defterim var evet. Hepsini sana da yazabilirdim ama böylesi daha iyi. İşte başladığımız yere dönersek demek istediğim bu sanki 24 saatim bir tezatlıktan ibaret.
Gündüzleri sadece ‘şu anı’ bilirken; geceleri dudağımın kenarına yer eden gülümsemeleri, yüzüme misafir hüzünleri kucaklayıp uyuyorum. Olması gereken bu mu yoksa?
Bilmiyorum.
Tek bildiğim gündüzleri kaçtığım şeyleri geceleri bu kadar güçlü bir arzuyla kucaklamak istemediğim.
259.gün: Kırpamadığım hislerim
Yanlış bir şeyleri düzeltmek o kadar zor ki.
Perdeyi kornişe takarken 3 yerden atlamışım. Şimdi bir çaba taktığım düğmeleri tek bir hareketle sökeceğim. Aman ne kolay… Ne anlatmak istediğimi anladığını düşünüyorum sevgili defterim bugün seninle geçirdiğimiz 259.gün. Kendimi sana çok anlatmamış olsam da rüzgar esse içimde kum tanelerinin hareketlendiğini hissederim, bilirsin.