Kendisini “muhafazakâr modernist” olarak tanımlayan, gönlünü toplum bilimine adamış, Sosyolog Şerif Mardin, 1927 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Fikirleri hasebiyle kendisini muhafazakâr olarak tanıtan sosyologun, altı dolu sebepleri de vardır. Mardinizadeliler diye anılan geniş ve köklerinin Peygamberimizin sevgili torunu Hüseyin’e kadar dayandığını iddia ediyordu. Kalabalık bir ailede doğması ile aslında fark etmeden gelecekteki mesleğini inşa etmeye başlamıştı. Genel tabirle “Sosyolog” olarak anılsa da, Şerif Mardin yazmış olduğu bu kitaptan anlaşılır üzere, siyasetin içinde olduğunu, bir teolog gibi dini bağlamları kullanabildiğini ve geniş kültür bilgisine sahip olduğunu görebilmek elbette mümkün. Sosyal bilimler konusundaki en iyi araştırması ve ilgi gören röportajlarından biri olan “mahalle baskısı” adlı çalışmasında dini ve toplumu nasıl bağdaştırdığını görüyoruz. Mahalle baskısı; muhafazakâr toplumun, muhafazakâr bir hayat sürmeyenlerin üzerine kurmuş oldukları baskı olmakla beraber “din” olgusu üzerine yaşayamayanların dışlanışını da anlatmaktadır.
Şerif Mardin Türkiye’nin tabiri caizse modernleşmeye (!) ve Batıyı tamamen kılık kıyafetiyle dâhi taklit etme hususunda ve Batılı gibi giyinmeyeni kınayan hatta ve hatta hapis cezasına çarptırılmaya kadar büyük cezaların verildiği en belirgin çağdan yani Kemalizmin baş gösterdiği dönemden ve o dönemde Atatürk’e, Cumhuriyet’e “düşman” gözüyle bakan Said Nursi’den bahsetmiştir. Yazarın konuyla ilgili en çok ses getiren eseri “Modern Türkiye’de Din ve Sosyal Değişme: Bediüzzaman Said Nursi Örneği” oldu. Böyle bir eserin varlığından haberdar olup Said Nursi’ye tâbi olan”Nurcular” cemaati, büyük bir heyecanla eserin çevrilmesini beklerken aslında bekledikleri şeyin yazılmamış olmasına karşın hayal kırıklığına uğrayıp Şerif Mardin’e yüz çevirirler. Nurcular alenen Said Nursi’nin konu edilmemiş olmasına ve Mardin’in “nesnel” bir anlatımla yaklaşmasından hüsrana uğrarlar. Bazı kesimler ise Said Nursi’nin kitapta geçmiş olmasına bile tepki göstermiştir. Şerif Mardin’in daha önce vermiş olduğu röportaj ve yazılarından Atatürk’e eleştirel yaklaşımından ötürü, Kemalistlerce kitap okunmaktan alıkoyuluyor. Yalnızca obejktif bir tavırla durumlara yaklaşmaya çalışan Mardin; iki tarafı da memnun edememiştir. Zira o da bu amaç dahilinde çalışma yapmıyordu. Yaşamı boyunca sürekli çalışmalar yapmış ve beyninin daralmasına ebeden müsade etmemiştir. Osmanlı hakkında yayımlamış olduğu makaleler ve göstermiş olduğu üstün başarı ve ödüllerle, ölümünün üçüncü yılını tamamlamış olsa da anıları, bilgisi onu yaşatmaya devam edecektir. Hayatını, toplumun huzuruna adayan büyük düşünür ve Sosoylog Şerif Mardin, 2017 yılında dünyaya gözlerini yumar.
Türk Modernleşmesi; Osmanlı’nın gerilemeye hatta yıkılmaya başladığı zamanlarda artık kendinden kopup kendisinden ileri bir seviyede olan başka ülkeyi idol olarak seçip onların yaptıklarını yapması gerektiğini tartışmasını sürdürür. Bunun yanında Osmanlı halkının yöneticileri ile olan münakaşaları ve yöneticilerinin doğru kararlar verememesi üzerine dini kullanmaları ve yapacakları şeyi doğru platform ve zaman üzerinde yapmamalarından kaynaklanan asıl sorunlar. Bazı kesimlerin yönetici tarafını dinlememesi, aşırıya kaçması vs. durumlar imparatorluğu iyice yıkmıştı. Osmanlı halkının edebi kişiliği yanında devletin ekonomisi de çökmekteydi. Osmanlı devlet adamlarına göre ekonominin çökme sebebi devletin toplumun dizginlerini ve tabii ki vergilerini elinden kaçırmasından kaynaklanmaktadır. Alman merkantilizmi olarak bilinen kameralizm’in uygulanması Osmanlı için yeni bir yol olarak görülüyordu.
Osmanlı devleti halkının ve içinde bulunan aydın kesimin gerileme döneminde Batı’ya ayak uyduramama problemi, ne kendi kültüründen vazgeçebilmeyi ne de Batı’ya tam tâbi olmayı başaramadıklarından ötürü kaynaklanır. Batı’nın kesinlikle örnek alınması gerektiğini savunan Osmanlı aydınlarının yaptığı büyük hata; uyarlama olmadan direkt kopyala yapıştır tekniği uygulamarındandır. Batı’yı örnek almak konusunda hatalar yapan Osmanlı milleti kendi kültüründen ve azamatinden ödün vererek yapmıştır. Kendisinden ilim ve bilim gibi diğer konularda da ileri olan devleti pekâlâ örnek almak akılcılık gerektiren davranış olmakla beraber bu tedavinin yanlış uygulanmasının da hatalı sonuçlar vermesi muhtemeldir. Batı’ya ayak uydurma (taklit) konusunda ihtilafa düşen Osmanlı milletini, tesiri ve durağanı altında bırakıyor bu durum. Yapılmış olan Tanzimat ve ıslahatın (yenilenme) başarısız durumu da keza Osmanlı’nın muallaklık durumundan kaynaklanmaktadır. Peki Osmanlı’nın kendi kültürünü adetini birden silmeye çalışması ve yeni bir dünyaya adapte olma çabası, yıkılmaya yüz tutmuş bataklıkta çırpındıkça batan bir imparatorluğun yaptığı bu faaliyetlerin ne kadarı doğruydu? Derin ve imrenilen kültür anlayışına sahip olan imparatorluğun kültüründen çok askeri, eğitim ve özellikle de bilim çağına ayak uydurması gerekirken, yapmadığı reformlar ve yaptığı hatalar nasıl düzeltilebilirdi?
Bu gibi soruları çoğaltmak elbette mümkün.
Osmanlı’nın elinde ruha enjekte edilmiş kuvvetli bir din anlayışı vardı. Buhranda olan bu devletin elindeki son koz ve gücü olan; dini, yanlış temsil etmesi ve bunu yanlış yönde kullanması, milleti büyük hasar ve hüsrana uğratmıştır. Osmanlı elindeki en tesirli gücü kaybetmeye başlamıştı. Şerif Mardin modernleşme veya Batılılaşmayı Osmanlı’nın iç hasarlarından başlayarak dinin tesir gücünden bizlere anlatır. Şerif Mardin modernleşmeyi öncelikle genel bir çerçeve kavramı oluşturarak aktarmaya çalışırken ikinci ve diğer bölümlerde daha içe girerek yakın zamandaki Türkiye’den ve Türkiye içerisindeki din bağlamını ve değişimini yeni çağla bağdaştırarak anlatır.
Şerif Mardin engin bilgileriyle “Türk Modernleşmesi” adlı kitabını zengin içerikle dolduruyor. Türk modernleşmesinin altını öncelikle batıcılıktan başlayarak doldurur. Batıcılığın kendini göstermeye başladığı ve hayatımıza işlemeye başladığı başta İbrahim Müteferrika’nın yurda getirmiş olduğu matbaacılıkla, II. Mahmut dönemi ve Tazmatın ilanıyla da anlatır. Batıcılık fikrine kayma eylemi II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet dönemi ile birlikte yaygınlaşır. Batıcılık fikri ile modernleşmeyi düşünenler, bu yaygınlaşmaya 1938’den sonra karşı çıkmaya başlar. Tanzimattan sonra aşırı batılılaşmayı, ünlü Türk yazar ve sosyolojinin kurucularından olan Ziya Gökalp’in kaleminden bizlere aktarıyor. Ziya Gökalp, Türkler’in müesseselerini yükseltmek suretiyle dışarıdan bakan bir yabancının, Türk’ün içinde fena ayrılıkların ve medeniyet farklılıklarının çoğunluğunu hemen görebilmekte olduğunu ve bunun da kendisine ait olmadığını, başkasından doğma bir kültür ve medeniyetin olduğunu kanıtlar niteliktedir. Robert Redfield ise Gökalp’ten ayrı olarak kaba ve genellemeci bir tavırla “büyük” ve “küçük” kültürel ayrışması olarak tanımlamaktadır. Şerif Mardin “evrensel sosyolog” kimliğini ve araştırmacılığını geçmişte ve gelecekte olmuş olabilecek durumları zannıca yorarak ispatlar.
Şerif Mardin, Osmanlı aydınlarını “kadın” konusunda medh ediyor. Kadınların Osmanlı’da Damat Ferit zamanındaki yerini, araştırmalarıyla kitabına eklediği yazıdan anlayabiliyoruz. Damat Ferit zamanında, yazarın vesilesiyle elimize geçmiş olan yazıdan, kadınların Osmanlı zamanındaki yerini, insanların zannettiği kadar silik olmadığı anlaşılıyor. Bunların gerçekleriyle aktarılmış ve yazılmış olmasının eski ama yaşayan devletimizin aklığını ve ahlâkını gösterir. Fakat aşırı batılılaşma ile halkın ahlâki çöküntüsünü de sonralarda görebiliyoruz. Moderniteden önce fazla hakka sahip olmayan kadın, yenilenmeden sonra yani Tanzimat’a denk gelen yazarlarımız tarafından, düşünme, tercih etme gibi var olan hakları kitaplar üzerinden artırılıyor. Özellike Ahmet Midhat’ın katkıları çok kişi tarafından bilinir. Tanzimat fermanının yürürlüğe girmesinden yirmi sene sonra, Şinasi; Şair Evlenmesi adlı eserinde önceden düzenlenmiş olan evlilikle alay eder. Samipaşazâde Sezâi’nin Sergüzeşt’inde (1889) kêza kadın başrol olarak Osmanlı’nın deri dökme anlarını ilmek ilmek edebiyatıyla beraber böylece gözler önüne seriyor ünlü Türk sosoylog Şerif Mardin.
Şerif Mardin’in yine eserinde yer verdiği deneme yazarı Montesquie’nin doğuyu kınayan sözüne önce teyit vermesi ardından fikrini reddetmesi asıl olan doğruyu tespit ettiğini ve “devletle birey arasına giren yapıların eksikliği, Doğu despotizm’nin kaynağıdır” sözüne ilişkin cevabı cemaat, bir milleti “yar-ı medeniyet” hâline getirebilecek güçtedir karşılığını verir. Yazarın, olayları Rus çerçevesi ve dünyaca ünlü yazarlar tarafından değerlendirmesi, olaya nasıl baktığını ve ne derece ehemmiyet vermiş olduğunu ayrıca olayların yalnızca Türkiye’yi etkilememiş olduğunu da göstermiş oluyor.
Şerif Mardin’in kitabının her zerresinin araştırılmış öyle önüme getirilmiş olduğunu fark etmek çok da akıl isteyen bir durum değildir. Kendisini muhafazakâr olarak tanıtması kendisinin yanlış anlaşılmasına sebebiyet verse de umurunda olmamıştı çünkü kendisini bilen bir insandı.