Üniversite’ye başladığım zamanlar ilk hedefim kendi bölümümde en iyi olmak ve kendimi geliştirmekti. Bunun için birçok şey düşünmüştüm ama aklıma yatan da şu oldu; bir arkadaşımın tavsiyesiyle sevgi evlerinde çalışmak. Evet evet Sevgi evinde çalışmak hem de gönüllü olarak. Aklımda deli sorular, bu memlekette kendi memleketimden ayrı bir yerde, bir çocuğun kalbine nasıl dokunabilirim? Bu hayallerim için birçok yerden bilgi almaya çalıştım. Gerek yurt müdürümüz gerek de kendi çevremde gönüllü olarak köy okullarına giden arkadaşlarımdan yardım alarak Sevgi Evleri’ni buldum.
Düşüncem hep şu yönde oldu: “Yolda yürürken hiç tanımadığın birinin sana hafif gülümsemesi bile sana düşündüğün başka bir şeyleri unutturuyor… Hafif gülümsemek kalbimize dokunuyorsa birinin elinden tutmak bence hayatımıza dokunur, hayatta yapabildiklerimizi yapmalıyız, yapamadıklarımız için de yapabilme umudunda olmalıyız çünkü hayalini kurduğumuz hayat bizim en büyük dileğimiz olur. Şimdi neden vazgeçiyoruz, yapamadıklarımızdan mı kaçıyoruz? Hayır, yapabiliriz çünkü bunun dileği elimizde!”
O zaman bu yılın eğitim öğretim döneminin başlarıydı. Ekim ayı artık sonbaharı yaşıyordu her yerde serin güzel bir hava… Bir anda aklıma esti:
– Hadi kalk, dedim kendi kendime. “Bir çocuğun kalbine dokunabilirsin bunun için fırsatın var hayallerin gerçek oluyor…” Kalktım çocuk yuvasına gönüllü öğretmenlik için başvuru yaptım!
Aklımda şimdi de acaba beni kabul ederler mi, ben daha eğitimci bile değilim, daha birinci sınıfım, bana nasıl versinler ki bir öğrenci? Neyse bir umutla bekledim olacak bu ben bu hayalimden vazgeçemem dedim, bir hafta geçti aradan tekrar yuvaya gittim başvurum kabul olundu mu diye. Gittiğim çocuk yuvasında bana söyledikleri canımı çok yaktı.
– Buradaki çocuklara dokunmak çok zor çünkü bu çocuklar hayatları boyunca her şeye yalnız göğüs gerdiler.
Bu sözler beni yine yıldırmadı 1 ay aradan sonra tekrar sevgi evine gittim. Bana verecek bir öğrenciniz yok mu, diye. Başvurum kabul edilmişti ama ders çalışmak isteyen öğrenci yoktu. Aman Allahım bir hayal kırıklığı daha dedim ve kendi kendime çıktım oradan, uzunca yürüdüm nasıl olur bu, nasıl bu çocukları kurtarabilirim, gözlerim dolarcasına sessizce yürüdüm yine.
Bir hafta sonra yine gittim bir umut vardı. Bugün kesin bir öğrenci verecekler bana. İçim içime sığmadı ve gerçekten de ben o gün yuvaya gittiğimde nöbetçi öğretmenle karşılaştım. Her hâlde bu sefer dualarım kabul olacaktı. Karşıma çıkan nöbetçi öğretmen burada ne aradığımı sordu, ben de başladım anlatmaya her şeyi… Nöbetçi öğretmen “Tamam, size ben yardım ederim” dedi, hemen telefona sarıldı ve sonrasında yanıma altıncı sınıf öğrencisi bir erkek çocuğu geldi. Allahım dedim ben şimdi bu çocuğun kalbine dokunabilir miyim? Yapabilir miyim?
Karşıma geçen çocuğa elimi uzattım, “Merhaba” dedim kısık ve güler yüzle. Heyecandan yerinden fırlamak üzere olan kalbimin sesini duymalarından çekindim. Hayatın bütün acılarına rağmen o da güler yüzle merhaba dedi. Nöbetçi öğretmen bizi tanıştırdı. Belliydi, o da beni sevmişti.
Nöbetçi öğretmen ders verilen güzel bir etüt odası gösterdi. Burada ders verebilirsiniz demişti. “Şimdi başlayabilir miyim?” dedim, evet dedi güler bir yüzle. Yoksa hocam istemiyor musunuz? Güzel bir gülümsemeden sonra ilk ders için oturduk masa başına. Sonra… Hayır, ilk dersten küçük bir çocuğu boğmak olmaz oturup sohbete başladım. Zaten konuşmayı çok seven biriyim, inşallah benden bıkmaz bu çocuk diye iç geçirdim. Ben sadece öğretmen olmak istemedim aynı zamanda abla olmak istemiştim. O da beni ablası olarak kabul etmişti.
Size buraya kadar ders vermek için mücadelemi anlattım. Bana haftada sadece bir saat ders vermem için izin verdiler çok istediğim için kabul ettim ama daha sonra bunu haftada iki ders saatine çıkardım.
Ders vermem güzel gidiyordu, düzenli olarak çalışıyorduk. Bir ders saatinden sonra çocuk “Bir şey isteyebilir miyim abla?” dedi:
– Buyur canım.
– Sana bir numara versem mesaj atabilir misin?
– Kime mesaj atmamı istiyorsun?
– Anneme
– Hmmm…
Neden diye içimden geçirdim aslında ama şimdi sormam doğru olur mu ki acaba? Ama ben seni ailenle konuşturamam ben burada sadece senin için geldim demekle kendimi anlatmaya başladım nedense benim için de zor oldu… Peki olsun dedim. Bir şartla kabul ettim, ağlamak yok ve bir de kimseye bu durumdan bahsetmek de yok demiştim.
Verdiği numaradan görüntülü sohbet ettik karşımda hüngür hüngür ağlayan bir anne… O an kızgınlıkla baktığım kişi nedensiz bir şekilde gözlerimi doldurdu. Ağlayan bir kadın… Neden evladını bırakmak istedin ki! Umut veriyorlardı çocuğa. Seni almaya haftaya dayın gelecek demişti de anlamamıştım… Bir çocuğu koskocaman dünyada tek başına bırakmış bir anne ağlayarak seni tekrar yanıma almak istiyorum diyordu sormak istedim hem de çok istedim ama yapamadım… Yapamazdım böyle bir şeyi. Telefondaki abla benimle konuşmak istedi kabul ettim:
– Merhaba, siz kimsiniz?
– Ben çocuğunuza yapamadığı, eksik kaldığı konularda onu arkadaşlarına yetiştirmek isteyen biriyim.
– Allah razı olsun..
– Merak edilecek bir durum yok oğlunuz iyi siz de iyi olun…
Bunu söylememle kadın ağlamaya başladı. Bana tam 3 defa hakkını helal et kızım dedi karşımdaki neden böyle bir şey istedi benden hem de ağlayarak? Helal olsun teyze, ne hakkım olsun ki sen de helal et demiştim. Karşılıklı hiç tanımadığım biriyle helalleştim, ilginç bir duygu. Ne olduğunu anlayamadan kapattık telefonu…
Aradan 1 hafta geçti. Sevgi Evi’ni aradım, ders verdiğim çocuk yuvadaysa ders vermem lazım dedim. Yurt müdürü yurtta olmadığını, dayısının onu aldığını söylemişti. Herhalde annesinin yanında diye düşündüm peki diyerek kapattım ve diğer hafta tekrar aradım, “Çocuk yurtta mı?” Hayır cevabını aldım. Sebebini sordum, bu sefer bana yüzüme tokat atılır gibi bir cevap verilmişti..
“Annesi öldü…”
Bizim de taziye için çıkmamız gerekiyor. Bu durumda söylenen bana şaka gibi geldi. Daha 2 hafta önce hiç tanımadığım biriyle helalleştim ve şimdi onun vefat haberini aldım. Bu nasıl olur? Elim titredi, yutkunarak “Peki.” demekle yetinebildim. Telefon kapanır kapanmaz hemen bir arkadaşıma sarıldım ama Sevgi Evi’nde gönüllü ders verdiğimden kimsenin haberi olamadığı için arkadaşıma ağlayarak anlattım. “Ders vermekten vazgeçiyorum.” demiştim “Ben bu çocukların yüzüne bakamıyorum onlar çok güçlü benim gibi güçsüz biri bu çocukları hak etmiyor.” 2 hafta geçti ama ben de kendimden geçtim hâlâ aklımı toparlayamıyordum. “Ne oldu bana, derslere bir alakam kalmadı, kendi kendimle bile zaman geçiremiyordum, okuduğum kitapları anlamakta zorluk yaşamaya başladım, sohbet ettiğim arkadaşlarımın arasında bedenen bulunsam da aklım başka yerlerde. Bu böyle devam etmemeli, beni mutlu etmiyor çocuklardan ayrı olmak, o çocuğa abla olmalıyım, yapmalıyım, yarı yolda bırakamam! Her ne olursa olsun kabul etmemiştim bu durumu. Kalkıp silkelendim, “Kendine gelmelisin!” dedim. “O çocuğun sana ihtiyacı var.” Hemen aradım yuvayı, çocuk oradaydı dersten çıkar çıkmaz yuvaya gittim. Karşımda o çocuğu görünce hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım ama gözleri dolmuştu. Karşımda sanki çocuk yoktu, koca yürekli biri vardı, dayanamadım sarıldım o da sarıldı ama ağlamak yoktu çünkü bir çocuğun gözyaşları ancak o çocuğun gülüşü olur…
Çok yabancısı olduğum ve hakkında bilgi edinmeye çalıştığım ‘sevgi evlerinde gönüllülük’ konusunda paylaştığınız anılarınız için, bu yazı için çok teşekkür ederim. Hem devam ettirebilme, hem de karşılaştıklarımızı kaldırabilmede yeterli olmak, hiç kolay değil anladığım kadarıyla…