Sevgi Soysal (30 Eylül 1936, İstanbul – 22 Kasım 1976, İstanbul)
Bürokrat bir aileden gelen Sevgi Soysal Alman bir annenin altı çocuğundan üçüncüsü olarak İstanbul’da dünyaya gelmiştir. 1952’de Ankara Kız Lisesini bitirmiş, 1953’te Ankara Üniversitesi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden mezun olmuştur. Sene 1956 olduğunda ise çevirmen ve aynı zamanda da şair olan Özdemir Nutku ile evlenmiştir.. Beraber Almanya’ya yerleşmişlerdir. Soysal burada, Göttingen Üniversitesi’nde birtakım tiyatro ve arkeoloji dersleri almıştır. İki sene sonrasında Türkiye’ye geri dönmüş ve eşi Özdemir Nutku’dan boşanmıştır.
Edebiyatın Yeni Soluğu Sınır Tanımayan Kadını
Soysal, yeni gerçeklik adlı bir akımın izlerini barındıran yazılar yazmıştır. Çünkü o dönemlerde bireyin toplum ile alakalı bir tedirginliği vardır. Bu tür yazıları Ataç, Dost, Yelken, Değişim ve Yeditepe gibi dönemin edebi dergilerinde de yayınlanmıştır. Soysal, 1961 senesinde Ankara Meydan Sahnesi’nde gösterilmiş olan Haldun Dormen’in Zafer Madalyası isimli ünlü oyununda da oynamış bir yazardır. Tutkulu Perçem, usta yazarın ilk öykü kitabı olma özelliğini taşımaktadır. Bu kitap, 1962 senesinde okurla buluştu. Oynamış olduğu Zafer Madalyası adlı oyunda yollarının kesiştiği Başar Sabuncu ile 1965 senesinde dünya evine girmişlerdir. Evlendiği sene TRT kanalında program uzmanı unvanıyla görev aldı. Papirüs, Yeni Dergi gibi önemli dergilerde 1965-1969 seneleri boyunca öyküleri okuyucu için yayımlandı. Boş durmadı ve aynı sene tezini teslim edip arkeoloji bölümünden mezun olmuştur.
Sanatına Vurulan Prangalara Rağmen
Tante Rosa adlı eserini Rosel adlı teyzesinin kişiliği ile bağdaştırarak kaleme almıştır. Yürümek adlı ilk romanı, Erkek ve kadın ilişkisi konusunu içerisinde barındırıyordu. Hatta kendisi bu eseri ile TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü de kazanmıştır.
Sevgi Soysal’ın yazarlığı, eserleri ve hayatı açısından 12 Mart Dönemi, tesirli bir dönem olması ile bilinmektedir. En sevilen eserlerinden biri olan Yürümek, içeriği ile müstehcen bir hava verdiği düşüncesi ile ne yazık ki bir anda toplatılmaya başlanmıştır. Ve devam eden olaylar sebebi ile de Sevgi Soysal, TRT’deki işini
bırakmak durumunda kalmıştır. Seneler sonra ise kanser hastalığına yakalanmıştır. 1975 senesinde kanser sebebiyle bir göğsü alınmak zorunda kalmıştır. 12 Mart’ın hayatındaki etkilerini ve kanser sürecindeki izlenimlerini yalın bir dille aktarmış olduğu Barış Adlı Çocuk eseri 1976 senesinde yayımlanmıştır. 22 Kasım 1976 tarihinde henüz 40 yaşında genç bir kadınken hayata veda etmiştir.
Tante Rosa’nın Doğuşu ve Sevgi Soysal ile Arasındaki Bağ
Tante Rosa ve Sevgi Soysal’a bakacak olursak, ilk olarak 1968
‘de Dost Yayınevi tarafından yayımlanan Tante Rosa, zamanında pek de anlaşılamamış bir eser olma niteliği taşır. Kitaba adını veren roman kahramanının, sıra dışı bir kimlik ve kişiliğe sahip olması, Sevgi Soysal’ın burada düşmüş bir kadını anlatması, düşmüş bir kadının -yazar açısından topluma göre- gerçeklikle ve olması gerekenle pek örtüşmeyen bir yapı özelliği göstermesi, vurgulanan sıra dışılığı ve bunun doğurduğu toplum tarafından anlaşılamama/kabullenilememeyi de beraberinde getirmiştir.
Tante Rosa, Sevgi Soysal’ın Tutkulu Perçem (1962) adlı romanından sonra yayımladığı ve yayımlarken, özellikle teyzesi Rosel’in kişiliğinden yola çıkarak yazdığı roman olma özelliği gösterir aynı zamanda. Üç farklı kadının özelinde ve dünya üzerindeki tüm kadınlara, kadınlık sorununu ele almak bağlamında bir seslenme görevi gören ve buna göre güdülenen Tante Rosa’da Sevgi Soysal, kendisiyle birlikte üç kadının hayatını bir bireşim/sentez içinde okuyucuya vermiştir. Bu romanda, romana adını veren; yaşamı, tercihleri, sorunları/sorunsalları çerçevesinde çok boyutlu bir biçimde sergilenen Tante Rosa adlı kadının anlatıldığını görmekteyiz. Özellikle 60-70’1i yılların dış gerçekliğinde uç bir roman olan ve onun kahramanı Tante Rosa, toplumun çoğunluğu tarafından anlaşılamamakla birlikte bir kısım tarafından da olması gerektiği gibi yorumlanmıştır. Tante Rosa toplam 14 bölümden oluşan bir roman olarak karşımıza çıkmaktadır. Her bölümde, roman kahramanı Rosa’nın hayatından izler, kesitler verilmektedir. Döneminde anlaşılmaması ve sert eleştirilere maruz kalmasının en temelinde yatan gerekçe bu zamana kadar geçen süreç içerisindeki yer alan ve hakim konu olan köy temaları ve toplumsal gerçeklik hegemonyasını kırabilmiş bir eser olmasıdır.
Yazarımız Sevgi Soysal ise Türk, kadın gibi kıstaslı tanımalardan önce dünyalı olan bir insandı. Bunun yanında döneminde müstehcenlik ile suçlanmış gözaltı süreçleri geçirmiş bir yazardır. Tante Rosa karakterine bakacak olursak, Soysal’ın anneanne ve teyzesinden başlayıp kendisinde biten bir kadınlık çizgisi ile bir karakter yoğurduğunu görebilmekteyiz. Tante Rosa’yı yaratırken kabul görmek için değil onun aksine farkına varılsın diye kaleme aldığını görebilmekteyiz. İlk okumada her ne kadar göz önünde olan konu Tante Rosa’nın yabancılığı ve aykırılığı da olsa aslında her kadının içinde yatan bir farklılaşma isteği peşinde çoğu kadının cesaret edemeyeceği kadar koşabilmesi, koşarken düştüğünde çoğu kadında olmayan bir kendini sevme neşesiyle tekrar kalkabilmesi, yenilgi ve yanılgılarını çoğu kadın gibi başkalarının demesiyle değil, kendi iç sesiyle yargılayabilmesi yatmaktadır. Bir diğer üzerinde durulması gereken konuysa memlekette onca sorun varken, romanlaştıracak onca memleket kadını dururken neden Almanya’da yaşayıp ölen, arkasına bakmadan kocasını ve hele de çocuklarını terk ediveren, bedeniyle para kazanmaya bile özenen bir Tante Rosa sorusu döneminde soru işaretlerini de beraberinde getirmiştir. Aslında bunun altında yatan temel gerekçe kadına böyle bir yaşam alanı tanımayan bir toplum için Tante Rosa, Alman olduğundan değil de özgürlüğünü sahiplenen bir kadın olduğundan yabancı olarak görülmektedir. Sevgi Soysal’ın üzerinde durduğu ve okuyucuya hissettirmeye, sorgulatmaya çalıştığı bir diğer aforizma da kadın okuyucu, kendi varoluşuyla baş başa bırakarak aradan çekilmeyi başarmıştır. Baktığımızda günümüzde dahi anne olduktan sonra başka sorumluluklar yüklenen kadına Sevgi Soysal Tante Rosa ile hala özgür kararla verebilme, ferdi olarak kendini de düşünebilme halinin devam edebilirliğini çocuklarını ve eşini bırakarak aslında bir anne olarak nasıl böyle bir şey yapabiliri yıkma olanağını okuyucuya kanıtlamış ve bunu olağan bir durum haline getirebilmiştir. Dediğimiz gibi dönemimizde dahi “anne” kavramı kadına olması gerekenden farklı ve ağır sorumluluklar yüklemektedir. Fakat 1970’lerde bir Tante Rosa bunu olağan kılabiliyor.
Tante Rosa’ya baktığımızda temel olarak görülen bir kadının bunun dışından bir insanın istemediği bir hayatı yaşamaya mahkum kalmak istememesi üzerine döneminde ve şu anda bile herkesin cesaret gösteremeyeceği bir şekilde hayatının onun istediği gibi şekillenebilmesi adına cesurca adım atan bir karakter görülmektedir. Bu zamana kadar Tante Rosa bir askı olarak görülmüş ve üzerine onun rıza olmadan bir çok kıyafet asılmıştır.
Bunlar, eş olmak, anne olmak, diniyle bütün olmak gibi herkes tarafından kabul görülen sıfatlar olmuştur. Burada Tante Rosa’nın diğer bireylerden ayrılan en önemli özelliği üzerine asılan kıyafetleri kabul etmeyip kendince ona ait olan bir hayatı aramak üzere çıktığı yolda düşeceğini bilerek ve her düşüşünde “beni ben yapan yaralardır bunlar” mottosu ile yoluna devam edebilmesidir.
“Sevgi Soysal’a Tante Rosa Gözünden Bakış” benzeri 24Okur yazılarına göz atabilirsiniz;
- Instagram sayfamıza göz atmak için: 24Okur.com Instagram Profili
- En son yazımıza erişmek için tıklayın; House Of The Dragon Dizisi Nereden İzlenir?