Bir ağaç tohumla başlar. Tohum, ağacın zamanı olur o anda. Fani dünyanın başlangıcına kök salar. Kum oynarken anlamaz bardaktan akarcasına nasıl geçtiğini, tutmak istersin parmaklarının arasından akıp gider zaman dediğin bilinmezlik… İnsan, tele dokunduğunda dostuna bakar. Hava kararmıştır. Yıldızlar, küçük benlikleriyle göğe dağılmıştır. Kırk yıllık hesabın nasıl döndüğünü anlayamamıştır hâlâ… Ateş oldum, minder oldum, kum oldum, deniz oldum ve zaman, zaman olarak geri gitti yokluğa…
Duyumsadığın her şeye en küçük önemi ver! “Gündüz”. Gece dinlenmek içindir. Hâlbuki gözleri yabancı bir şekilde yastığına hasret hâlindedir. Zaman yarı ölüme doğru göç etmeye hazırlanmıştır. Evet… Gece ve gündüz her gün tekrarlayan birbirini seven iki göçebedir. Birer âşıklar her ikisi de dolunaya… Madem bana ezelden biçilen kaftan bu, neden bu hayat sınavından alnımın akıyla çıkmış olmayayım?
Nasıl alışır kuşlar bu göğü yitirmeye? Giderken bırakılan her şey büyümüştür ve en son alışamadığım güzel hikâyelere veda ediyordum. Bu küçük ve güzel hikâyelere veda ederken ki gün, kanaryalı saatim zaman geldi diyordu. Ben bu kâinatın ufak ve sesli bir parçasıyım. Kanaryalar gibi özgürlük yeminleri yapıyorum. Ufağım çünkü her tablonun, görüntü fotoğrafının içinde daha anlam ve özgür durmak için…
Bu alın yazımın ve gözyaşlarımın zamanı durdurmaya tebessüm eder gibi bir hâli vardı. Dimdik duruyordu. Örneğin, tebessüm üretmek için uğraşan, zamanı bir tuvale sığdıran minik bir şehrin kaçıncı bölgesinde duvarına deli gönlünün manzarasına nerde seyre dalıyordu. Bir gecikmişlik hikâyesi değildir. Saydım, okudum, yazdım ve yok olmadı bu şehir.
Her Yer Aydınlıktır!
Çok şey öğrendim bu geçen zaman boyunca. Güvendiklerim ve hayallerim rüzgârın esintisinde kayboluyor. Hayatım savrulurken anılarım, çocukluğuma takılıyor. Üzerimdeki yükleri küçüklüğün cesareti kaldırıyor. Masallarla uyuyorum. Küçük bir kara bir balığım şimdi. Sonsuzluğun hayallerini kuruyorum. Savaşlar, dostluklar, sevgi bitmiş gerçek hayatta. Bağnazların baskısından kurtuluyorum hayallerimin içinde.
Dik dur gönül saltanatında, gidilecek uzun bir yol, açılacak bir kapı ve yıldızları seyredebileceğimiz bir pencere lazım gelir. “Lam ve elifi” gönül anahtarın eyle…
Yok Olma Bu Dünyada!
Yaşar kemal’in “Dağlar, insanlar ve ölüm yorulduysa şimdi, en güzel şiir, Barıştır.” Sözü bana zamanın kısa olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Güveni temsil eden mavi bir limandan geçmek istiyorum. Sıcak ve serin resimlerin çizildiği sanatçıların tablolarının önünde durmak, martılara “ ben geldim” demek istiyorum. Devrik bir cümlenin içinde kurallı olmak için savaşmak istiyorum… Gökyüzüne rengârenk balonları bir tebessüm kazanmak için serbest bırakmayı hayal ediyorum.
Elimde bir bardak çay, insanların ne kadar boş dünyaları olduğunu düşünüyordum. Sonra bunu düşünmekten alıkoyan bir şey vardı. Çünkü her insanın bir hikâyesi olduğuydu. Olmayacak mı? Neden burada bekliyorsunuz? Ben zamanı alır giderim. Ne de olsa vakit nakittir. Zaman bir ekmek parçası kadar değerli bir mücevherdir.