Ay Işığı Senfonisi bu gece hasretin adı. Tarihin en hüzünlü ve hüzün yüklü güneşinin ışıttığı mehtabın ışığından zihnime ve gönlüme düşen birkaç notanın kıvılcım olup da tutuşturduğu bir bestenin, kulaklarımdan ruhuma inerken sergilediği dansın yansımasının kâğıda dökülme zamanı bu gece. Ağustos böcekleri bile sazlarını bir kenara bırakıp hasretin adeta bizim için ve bize özel dile getirdiği bu besteye kulak kesildi. Karıncalar işi gücü bıraktı; arılar bile kovanlarından çıkıp, kraliçe arıyı görmezden gelip, birer kuş misali dallara konup dinlemeye koyuldular.
Piyanonun hafif girişiyle çiçekler taç yapraklarına sarılıp bu hasretin ince sızından gözyaşlarını gizlemeye çalışsa da çellonun hırçın girişiyle kendini kaybeden rüzgâr çiçeklerin kulaklarını ve gözlerini açmalarına neden oluyor bu senfonide. Piyanonun tuşları sırasını sabırsızlıkla beklerken birbirleri ardına koşmaya ve melodilerini yayma başlamasıyla birlikte dalgalar da sahile doğru yarışırcasına hızla yüklenmeye başlıyor. Kontrbas ise sevgilisi çellonun bu hırçınlığının rüzgârı alevlendirmesinden çekindiği için o samimi ve nazlı sesiyle çelloya eşlik ediyor ve çello sevgilisine kavuşmanın verdiği huzur ile sakinleşiyor. Aynı telden çalmaya devam ediyorlar. Nihayet onların da hasreti son buldu bu gece ama biz…
Bu iki aşığın aşk ile ezgiler söylemelerine dayanamayan bir diğer iki âşık da sahilde karşılıklı koşup birbirlerine sarılan âşıklar gibi, sesleriyle birbirlerine sarılıyorlar. Flüt ve klarnet aynı notaları dile getirirken, kısık ses ile gizli gizli konuşmaktan vazgeçiyorlar çünkü gittikçe dayanamaz hale geliyorlar ve aşklarını beraber haykırmak için seslerini yükseltmek istiyorlar. Bu sefer piyano da sakin kalamıyor, melodisi yaşla doluyor ve âşıkların birer birer kavuşmasına imrenerek kemanı çağırıyor feryatlarla. Piyano ve keman, sen ve ben…
Ben ilk piyanoyu öğrendim, sen ise ilk kemanı… Ve bize benzedikleri için kavuşamıyorlar bu Ay Işığı Senfonisi’nde piyano ve keman bir türlü. Biri susunca öteki başlıyor. Ne yazık ki orkestra şefi bir türlü vuslata izin vermiyor, hayat gibi. Bu hüzünlü hikâyeye daha fazla dayanamayan fagot ise derinden gelen bir ses ile ağıt yakmaya başlıyor ve birden bütün enstrümanlar sesini alçaltıp hayranlıkla fagotun ağıtını dinliyor. Ama o da yalnız kalmıyor ve obua egzotik iklimlerden gelen sesiyle fagotun feryadına merhem olmaya çalışıyor. Sonunda onlar da kavuşuyor birbirlerine. Piyano ve keman yine ayrı…
Birden bir zil sesi duyuluyor ve herkes paniğe kapılıyor. Arp da katılıyor birden bu hengâmeye. Tuba heybetli sesiyle olanları anlatmaya çalışırken, trompet insanın içini kıpırdatan ezgisiyle herkesi harekete geçiriyor. Herkes şaşkın, herkes heyecanlı ve bütün aletler dile geliyor. Bazen hep bir ağızdan bazen ise sırayla olayı çözmeye çalışıyorlar ama kimse tubayı dinlemiyor. Sadece ikisi susuyor, sadece ikimiz susuyoruz. Orkestra şefi elini kaldırıyor ve mehtabı gösteriyor.
Herkes sustu şimdi. Piyano bizim şarkımızı çalarken kemanın sırası geliyor bestede ve herkes kemana bakıyor kavuşacaklar mı diye. Ve keman koşmaya başlıyor. İki dev dalganın birbirlerine sarılması gibi birbirlerine sarılıyor ve göğe yükselip yekpare oluyorlar. Sonunda keman ve piyano kavuşuyor. Bunu gören davul, zil, çello, arp her ne kadar enstrüman varsa, sevinçle notalarını ay ışığıyla coşkulu bir dansa bırakıyor. Çünkü biliyorlar ki bugün onlar kavuştuysa yarın da biz kavuşuruz. Bugün Ay Işığı Senfonisi hasretin adı.