Az Meşhur

Son zamanlarda her yerde seni görüyor, hatırlıyorum. Şurada onu düşünmüştüm, burada onunla yürümüştüm diyorum.  Bugünse vapurda sana benzeyen birini gördüm. Aynı yaşama sevinci, tanıdık bir gülümseme, en az sendeki kadar bir merak… Beş altı yaşlarında bir kız çocuğu karşımdaki. Her şeyi soruyor. Cevabını dinlemeden bir yenisini daha soruyor sonra. Biliyorum, sen öyle değildin. Bütün dikkatin bende olurdu verdiğim cevabı dinlerken. Sahi neydi bu amansız merak? Beni daha iyi tanımak isteğinden mi ileri geliyordu? Ama bir tanem, bilmez misin; hiç kimse bir başkasını tam anlamıyla tanıyamaz. Sen istediğini sor, benim izin verdiğim kadarını bilebilirsin. Benim izin verdiğim kadarıyla tanıyabilirsin beni. Halbuki ne çok istedin, en manasız konularda bile benim ne düşündüğümü öğrenmeyi.

Vapurdan indikten sonra ara sokaklardan birine girdim, senin sevdiğin şarkıyı çalıyor, sesi henüz oturmamış bir ergen; akordu bozuk bir gitarla söylüyor. Sesinden nefret ettiğin halde, müdavimi olduğumuz o manzarasız, her yanı liseli aşık isimleriyle dolu banka yürürken mırıldandığın şarkı.

“gidelim buralardan/dayanamıyorum/gidelim buralardan/unutamıyorum”

Derin bir of çekmiştin oturunca da. Ama hemen o yalancı gülümsemeni takınıp hiçbir şey olmamış gibi devam ettin, kızlarla gittiğiniz dondurmacıyı anlatmaya başladın… Ne demiştin bir de o gün? Hı… Bu şarkıyı dinlerken yaşayamadığım tüm aşk acıları şaha kalkıyor.” Niye yaşayamadın diye sormadım sana. Fakat şimdi içimde delicesine bir merak var. Pişmanım sormadığım her şey için. Neden izin vermedin acının seni ele geçirmesine? Şu küçüklüğünden beri üstünden atmadığın güçlü durmak arzusundan ötürü mü?

Şimdi tüm konuşmalarımız bir anda ziyaretime geldi. Başımda da hafif bir ağrı baş gösterdi, kahve içmediğimdendir diye düşündüm. Bir kafeye girmek lazım geliyor. Bunca karmaşa arasında, içinde yaşlı nüfusun bol olduğu bir yere oturmalı. Gençliğin o sebepsiz mutluluk kahkahaları bana iyi gelmeyecek.

Şatafatsız bir mekan buldum, içinde bir kadın günü var. Bir de az meşhur bir yazarın imza günü.  Üç beş okuruyla aynı masada oturmuş. Çoğu, bir ‘yazar’ ile ilk defa aynı masada oturmuş olmanın verdiği heyecan içinde gözlerinin içine bakıyor az meşhur yazarın. Yazar da kendini birilerine benzetmeye mi çalışmış yoksa bunu ben mi yapıyorum bilmiyorum. Ama boynundaki kaşkolu, kemik çerçeveli gözlüğüyle yazar denince akılda canlanan tiplemelere benziyor. Gri kasketini de kel başını çıplak bırakacak bir şekilde masaya bırakmış. Sigarası içilmemekten olduğu yerde küle dönmüş.

Gözüm dalmış, bu sırada yüzü yirmilerinin ortasında duran garson sevecen bir şekilde yanıma yaklaştı. “Menü istemiyorum, bir Türk kahvesi rica edeyim.” deyince, aynı sevecenlikle “Tabii efendim. Bugüne özel Türk kahvesi ve magnolia indirimli. İster misiniz?” diye sordu. İlk defa duydum bu tatlıyı, bozuntuya vermedim. Tatlılar ekşimesin diye uydurulmuş bu ‘özel’ fırsattan yararlanayım deyip kabul ettim.

Gelecek tatlıyı merak ettim bir süre. Kimi zaman hayatta hiçbir amacım kalmamış gibi hissederken, özellikle şu son zamanlarda, kimi zaman da böyle oluyor işte. Daha bilmediğim ne çok şey var burada diyorum kendi kendime. En basitinden bu işte; daha tatmadığım, adını bile bilmediğim tatlar var. Sonra hiç duymadığım şarkılar, tanımadığım sokaklar… Bunlar varken, hayattan bir beklentim kalmamışçılık oynamak çok çocukça.

Garson, getirdiği kahve ve tatlıyı bırakırken ellerine baktım. Bir insanın yaşını sadece elleri doğru gösterir. Tahmin ettiğimden çok daha küçük. Belki on sekizinde bile değil. Her neyse. Her şey bana seni hatırlatıyor demiştim. Elleri seninkiler gibiydi, parmakları bodur, tırnakları kısa.

O ergen çocuğun söylediği şarkıyı duyunca aklıma gelen ne kadar hatıra varsa şimdi bin misliyle yanımda oturuyorlar. Yemek yiyen Müjgan, film izleyen Müjgan, denizi seyreden Müjgan, mahalle kavgasında Müjgan… Hepsi bir anda konuşmaya başlıyor.  Anlatacak çok şeyleri birikmiş. Başım çatlıyor. Kahvem bitti. Garson nerde, bir kahve daha alabilir miyim? Evet sade. İyiyim sağ olun, yok bir şeyim. Sol tarafımda pencereden kendimi gördüm, yüzüm sararmış. Elim mi titriyor?

Bana ne yaptın Müjgan?
“Ben bir şey yapmadım. Senin fikrindi.”
Hayır, nasıl yani, böyle mi düşünüyorsun gerçekten?
Müjgan?
Benim fikrim miydi?
Müjgan!

Hayır. Şimdi tüm Müjganlar gitmiş, yeniden. Yeniden, beni bu sarı benizli, huysuz adamla baş başa bırakmış. Kafamda romanlara sığmayacak hikayeler var. Hepsi farklı bir Müjgan ve bana dair. Başka bir zamanda, başka bir yerde tanışmış olan Müjgan ve ben. Not defterim nerede, birinden birini yazsam. Elim titriyor. Seni uyarmıştım Müjgan. Beni kendine alıştırmamalıydın. “Ben bir şey yapmadım, senin fikrindi.” Nedir bu cümle papağan gibi aynı şeyi tekrar edip duruyorsun? Alışkanlık diyorum sana! Bıkkınlık sandım, alışkanlıkmış. Hata etmişim işte. Özrümü de dilemiştim. Müjgan, dilemiştim, değil mi? “Senin fikrindi.”

Manasız bir alkış sesi beni ayırdı Müjganımdan. Şimdi şu az meşhur yazar, çok işi varmış, acele etmesi gerekiyormuş gibi kalkıp gidiyor. Sanki bilmiyoruz, eve gidince yapacak hiçbir şeyin yok. Belki eve bile değil, gezmeye gidiyorsun. Belki de o her seferinde; bu benim keşfedilmeme sebep olacak düşüncesiyle başladığın, yalnızca seni gerçekten seven kişilerin alıp okuyacağı, ucuz romanlarından birine devam edeceksin.

Tatlı hafiften ekşimeye başlamış. Çilekler de bir garip. Acaba o mu sararttı benzimi? Ama kahvesi güzeldi.

Hoş geldin Müjgan. Haklısın canım, benim fikrimdi.

16 COMMENTS

  1. Harika betimlemeler, orada o masada hissetirdi. O sokakta hatta. Teşekkürler…yeni yazıyı beklemeye başladım

  2. Harikaa İstanbul’da ki o cafeyi hatta vapurda yanında oturup seni de gözlemleyen ben olmayı diledim nasıl sıcak nasıl güzel bir anlatım bu 👏🏾👏🏾👏🏾

  3. Harika
    Tebrik ederim.
    Bu kadarı ile yetinmemek gerek.
    Daha fazla ve mümkün ise daha sık yazmanızı dört gözle bekliyoruz Bürde hanım.

  4. Anlatımda zaman kipleri hatalı dili geçmiş zamanla başladığınız paragraflarda birden şimdiki zamana dönüyorsunuz. “Şatafatsız bir mekan buldum, içinde bir kadın günü var. Bir de az meşhur bir yazarın imza günü. Üç beş okuruyla aynı masada oturmuş. Çoğu, bir ‘yazar’ ile ilk defa aynı masada oturmuş olmanın verdiği heyecan içinde gözlerinin içine bakıyor az meşhur yazarın. Yazar da kendini birilerine benzetmeye mi çalışmış yoksa bunu ben mi yapıyorum bilmiyorum”

    • Yapıcı bir eleştiri olmuş.
      İstifade edilebilir eleştiri eleştirileni geliştirir.
      Özellikle bu konuda yapılan eleştirilerde eleştiren de çok dikkatli olmalı. Yazdıklarında hata olmamalı, dili(!) çok iyi kullanmalı ki yazdıkları örnek olsun.
      İyi günler DİLİyorum.

  5. Anlatımda zaman kipleri hatalı dili geçmiş zamanla başladığınız paragraflarda birden şimdiki zamana dönüyorsunuz. “Şatafatsız bir mekan buldum, içinde bir kadın günü var. Bir de az meşhur bir yazarın imza günü. Üç beş okuruyla aynı masada oturmuş. Çoğu, bir ‘yazar’ ile ilk defa aynı masada oturmuş olmanın verdiği heyecan içinde gözlerinin içine bakıyor az meşhur yazarın. Yazar da kendini birilerine benzetmeye mi çalışmış yoksa bunu ben mi yapıyorum bilmiyorum”

    “Kafamda romanlara sığmayacak hikayeler var.” burada da hatalı bir anlatım var. Uzun veya çoklu hikayelere roman denilmiyor. Ikisi birbirinden farklı türler.

    • çok teşekkür ederim. zaman konusunda daha dikkatli olacağım. bir diğer cümlede hikaye kelimesini edebi tür olan değil de olay ya da mevzu gibi kelimelerin karşılığı olarak kullanmak istemiştim. ama anlatım bozukluğuna benzemiş haklısınız. tekrardan teşekkür ederim eleştiriniz için 🙂

  6. 304 otobüsünde en boşlukta olduğum anda ve zaman diliminde birdenbire bi kafede otururken buldum kendimi bu nasıl bi betimleme😍

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version