Pencerede saçları ağarmış bir kadın, dirseğini pencerenin mermerine koymuş, yanağını da avuç içine – bir görseniz avuç içinin tontoşluğunu, orada uyuyup uyanmak istemezsiniz – yatırmış bir halde bahçeyi gözlüyordu. Uyukluyor gibiydi, yüzü nedensiz asıklaşıyordu. Asıklaşan yüzünde, yine de tatlılığı kaybolmuyordu ve eskisinden daha sevecendi. Hırıltılı öksürüğüyle kuşların sesi, birbiri ardına apartman boşluğunda gün boyunca yankılandı da yankılandı. Manzarası, pencerenin parmaklıkları sayısınca eşit parçaya bölünmüş bir şekilde görünüyordu. Parmaklıklardan rahatsız değildi, hem belki bi iki kuş konar ve sevimli arkadaşlar edinmek ruhuna iyi gelebilirdi. Çok günler bitirmiş, çok güneşleri batırmış ve göğe yükselmişti o pencerede. Arada odaya bakıyor, biriyle göz göze gelerek cansız bir tonda cümleler sarfediyordu. Mecali yoktu, çoğu zaman dışarıya doğru bakarak soruları yanıtlıyordu. Tastiklemeleri kısa, geçiştirici ve soğuktu. Sevmesine seviyordu evdekileri fakat hislerini gizliyordu. Ele vermiyordu sevgisini, şirinliğini. Soğuk ve karamsar bir role bürünmek, durgun bir ifade takınmak ve tüm gün pencereden dışarıyı izlemek ruhuna iyi geliyordu. Hayattan nasibini alacağı kadar almıştı; hiçbir beklentisi kalmamıştı. Sırtıyla evdekilere bir duvar örmüş, pencerenin dibinde aydınlık bir feodalite kurmuştu kendine. Dokunulmazlığını ilan etmişti. Sadece temel ihtiyaçları için pencereden ayrılıyordu. Pencerenin başından ayrıldığında mekanik hareketlerle ilerliyor, jest ve mimiğe yer vermeden ihtiyaçlarını görüyor, kimseye bir duygu belirtisi göstermeden yerine dönüyordu. Yetişme derdi yoktu. Hayata geç kalmanın verdiği keşkelerin hüznü, onu bu pencereye bağlıyordu. Gündüzleri evin karanlığını – gündüzleri pencereden baktığınızda, yüzünüze güneşin aydınlığı vurur; arkanızda bir karanlık var olur, sırtınızda şiddetini hissedersiniz – ve geceleri de evin yapay ışığını sırtında hissediyordu. Pencerede saatlerce etrafa bakmaktan hiç sıkılmaz mı insan!.. İşte o hiç sıkılmıyordu. Aklının derinliklerinde yüzüyor, bulutların üstünde turluyor ve ağaç dallarının rüzgar yönüne doğru yatışını seyrediyordu. Bir ara göz bebekleri sabitlendi, bir yere odaklandı. Heyacanlandı, bir kırlangıcın yuvadan etrafa bakışını gördü. Kendini kıyasladı, uzun bir süre gözlerini oradan ayırmadı. Neşelendiği yanaklarından, gözlerinin kenarındaki kırışıklığın artışından anlaşılıyordu. Kendi kendine eğlenmeyi, iyi hissetmeyi başarabilmenin duygusu farklıdır. Muhtaçlık hissetmemek, tek başına da ruhunu canlı tutabilmek kayda değer bir edinimdir. Kimse kimseye mutluluk veremez; kimsesizlik mutsuzluk vermez. Ancak mutluluğu kendimiz gidip aldığımızda tadını damağınızda hissedersiniz.