Olur olmadık yerlerde ağlamaya başlıyorsak, yerli yersiz güler, kahkahalara boğuluyorsak sebepsiz,
gülmelerimizin ardından gelen hüznü, kısa gülüşlerimizi, ağlamalarımızın arkasındaki gülmelerimize bir göz atmalı…
Ben bunları hep sebepsiz zannederdim.
Fakat şu yaşımda anladığım en manidar şeylerden biri olan; hiçbir şeyin sebepsiz olmadığıdır.
Komik olan bir dizi/film veya kitapta neden insan duygulanır. Kafanda buna sebep olacak hiçbir şey bulamazsın hatta bazen hayatında her şeyin mükemmel olduğu bir dönemde olur ve bu anlarını daha çok sorgularsın. Kafanda sebebini bulamadığın bu olayda neden kalpten gelen hüzüntü kırıntılarıyla irkilirsin!?
Bir din âlimi bütün bunlara ruhun açlığı demiş. Sanırım haklı olabilir fakat ya yarımsa söyledikleri..!?
Ruhun açlığı; bütün dünyevî armağanların yerine gelmiş ve yaşam standartların üst düzeyde olmasına rağmen bütün bu şeylerin efdalini istemek ve bunlara doyamamandır. Sürekli film izlemek, kitap okumak, geziler yapmak, hunharca eğlenmek, kahkahalara boğulmak ve her nevi taamları tatmış olmana rağmen bunlara kat’a doyamamandır. İşte tam olarak burası ruhun açlığı kavramını açıklamaktadır. Her şeyi defalarca yapmış ve yemiş olmana rağmen ruhun açlığından bedeninin ve nefsinin doyamamasıdır. Neden mi doyamayız çünkü ruhumuz açtır. Evet, belki de ruhumuz aç olduğu için aklımızda sebeplerine rastlamadığımız anlar yaşarız. Fakat hepsini ruhun açlığına yorabileceğimizi de zannetmiyorum.
Birçok şey gibi bu yaşadığımız anlar da “çocukluktan”.
Eksikliğini hissettiğin bir sevgi, sana itimadi güveni olmayan bir aile, herkesin kendi sorunuyla ilgilenip çıkamadığı ve tartışmaların yaşandığı bir evin köşesinde unutulman…
Bütün bunlarla nereye gidersen git ne kadar büyürsen büyü asla hatıralarından sıyrılamayacak lanetin izi gibi peşinden sürüklenir.
Belki eksikliğini hissettiğin o sevgiyi hiç kimse sende tamamlayamacak, belki ebeveynlere duyuramadığın sesini kimseler duyamayacak ve belki de sana gösterilmeyen itimadı sen bile kendine göstermeyeceksin ve bütün bunlar yara olarak kalacak sende.
Ve galiba gerçekten her şey çocukluktan.
Sabahattin Ali bir kitabında yetişkin bir insanın olur olmadık hareketlerini hatta kötü fiilerini insanın içinde gizli bir şeytanın varlığına maal ederken kitabın sonlarına doğru ise bu şeytanın tamamen insanın iradesizlik ve tembellikten kaynaklanan şeyler olduğuna kanaat getiriyor. Eğer din âlimi ve Sabahattin Ali yaşıyor olsaydı onlara bütün bunların yalnızca çocuklukta saklı yüzeye çıkamamış sırlar ve sırların etkisi olduğunu söylerdim.
İnsan, mitolojide anlatılan Pandora kutusu değildir, içinde milyarlarca kötülük barındıramaz.
Ve eğer istemediğin bir şeyi yapıyorsan ya hipnoz altındasındır ya da çocukluğun tesiri altında.
Kaleminize sağlık Mürvet hanım …😊
Sizinde yüreğinize sağlık 🌸