İnsan doğası gereği anlaşılmak ister. Muhatabı ile aynı kelimeleri farklı anlamlarda kullandığında, birinin dünyaya baktığı pencere diğerine bütünüyle yabancı olduğunda döktüğü kelimelerin de bir önemi kalmıyor. İnsan, konuştuklarının muhatabında bir tesiri olmadığını görünce, kullandığı tüm kelimelerin anlamı yitmeye başlıyor. Küçük bir çocukken yüksek sesle söylediği şarkıların muhatabında aynı hisleri uyandırmadığını, aynı şarkının birini dalıp dalıp geçmişe götürürken, diğerine geleceğe dair hayaller kurdurduğunu fark ediyor. Kelimelerin anlamı insan için göreceleri değişse de onlara tutunma ihtiyacı ekseriyetle aynıdır. Öyle ya, kimi zaman kelimeler öğretiyor kalmanın doğru olduğu gerçeğini, kimi zaman ise kelimeler anlamsızlaştırıyor bulunduğumuz yeri. Ormangülüm; insan kelimesiz kaldığı yerde hayatın sesini duyamıyor. Oysa duymak ve duyulmak arzusudur yüreğin, bilirsin. Bazı durumlar içinde zorunlu bir değişim barındırıyor. İnsanın bazen kendine yeni bir dünya inşa etmesi gerekiyor.
Her insanın kendine ait, içinde güvende hissettiği bir balonu var. Kendi elleriyle kendine kurduğu bir ilticagâh, yeni bir dünya… Sevdiği tüm sesleri içine topladığı, gözlerini kapattığında ellerinin titremesinden tanıyacağı tüm elleri, elinin üstünde hissettiği, serinliğini babaların gölgesinden, huzura çalan kokusunu annelerin sesinden alan bir mevzi.
Asudem; eski fotoğrafları, yarım kalmış sesleri, şehre gelen yabancıları, sihirli bir değnek ile zamanı geriye almak isteyenleri, günlerini tasa ile geçirenleri, kalbinde kelebek uçuranları… Hepsini balonunda sakladın. Kimi zaman tüm bunlardan bir teselli bulabilmek için koştun o mevziye; kimi zaman ise oraya buyur ettiğin bir şeyler acıttı canını. İçeriden, benliğinden gelen o acıya yakalanmamak için kaçtın oradan. Kaçtığın o şey bilmediğin yollarda yürüttü seni. Kayboldun ve kaybolmak bu şehrin insanlarının lügatinde yoktu. Senin ilticagahına çıkmayan her yerde mülteci gibi hissettin kendini. Dilini, dokusunu bilmediğin bir şehrin sokakları ayaklarının altında çatladı sen adım attıkça. Her yolda bir parça eksildin. Kiminde gövdeni bıraktın, kiminde parmak izlerini, kiminde kalbin kaldı, kiminde yaşama dair umutların. Hangi yolun sana ait bir parça taşıdığını bir sen bilirsin. Kendine kurduğun dünyanda bir acı yaşamayı beklemezdin. Bu yüzden kaçmak istedin oradan. Ama hiç bilmediğin yollarda yürümek seni eksiltti, içindeki acıyı çoğalttı.
Asudem kaçmak seni sana yabancılaştırır, bunu adım adım fark edersin. Azar azar yitip gittiğin o yollardan ayak izlerini sile sile uzaklaşırsın. Yarayı nereden alırsan merhemini de ancak orada bulursun. Kendi ellerinle kendine hediye ettiğin bir balon içinde patladığında onu terk etmek yerine onarman gerektiğini bilmelisin. Seni inciten ve sana merhem olacak şeyi yalnızca balonunu yeniden inşa ettiğinde bulursun. O mevziinde biriktirdiğin bir şeylerin ruhunu acıttığını kabul etmeli ve seni eksilten ne varsa sende onu bırakmalısın.
Bazen sadece bir ateş yakarsın. Göğe yükselirken balonun, içine buyur ettiğin ve sana iyi gelmeyen ne varsa hepsini boşluğa bırakırsın. Bu savaşmaktan vazgeçmektir ama insan bazen vazgeçmeyi de sever.
Ormangülüm; bilirsin senin hikâyende yeri olan sana dönecektir. Ne eski fotoğraflar, ne zamanla anlaşamayanlar ne de balonunda topladığın başka herhangi bir şey ruhunu onarmaya yetmez. Bir avuntu bulmak uğruna gözlerini dökme fotoğraflara. Sevdiklerinin yüzlerini göz kapaklarında sakla.