Düşüş

Ona dokunma isteğimi o an fark ettim. Sıcacık elleriyle vücudumu sarıp sarmalıyor; ışıkları denizin üzerinden parlıyor; gözlerimi açık tutmamı zorlaştırıyordu. Kanatlarımı çırparken çıkan rüzgar saçlarımı uçurdu. Derin bir nefes aldım. Sanki biraz daha dikkatli, biraz daha yakından bakabilsem ona; o yıldız gibi parlayan altından arabasını görebilecektim. Biraz daha dikkatli dinleyebilsem arabasından gelen lirin sesini duyabilecektim. İçimi yırtarcasına hissettiğim o yoğun arzuyla babamı arkamda bırakıp ona doğru uçmaya başladım. Doğduğumdan beri babamın yanındaydım. Bana “Bir gün kalbini bir kız çalacak ve yanımdan uçup gideceksin.” derdi ama kalbimi çalan şey bir kız olmadı.

Maratonda koşarcasına ona ulaşabilmek için uçarken arkamdan birkaç kuş bana yetişmeye çalıştı. Gagalarını ardına kadar açıyor ve başımı ağrıtan çığlıklar atıyorlardı. Bana “Geri dön.” diyorlardı. “Babanın yanına dön. Ait olduğun yere.”Ama benim asıl ait olduğum yer onun yanıydı. Onun sıcacık ellerinden başka hiçbir şey hissetmek istemiyordum. Işığı ciğerlerimi doldurup içimi parçalara ayırırken ondan başka nereye ait olabilirdim ki zaten? Hızımı artırırken arkamdan babamın bağırışlarını az da olsa duyabiliyordum ama altın arabadan gelen müziğin sesi babama odaklanmamı zorlaştırıyordu. Ona yakın olmaktan, ona dokunmaktan daha çok istediğim hiçbir şey yoktu. Yanında oturmak; altın sarısı saçlarını okşarken Dünya’nın üzerinden yavaş yavaş süzülmek; beraber boğazlarımız yırtılırcasına bağırarak şarkı söylemek… Tanrılar bana onunla cenneti göstermişti sanki. Ne hayatta ne de ölümde hiçbir şey bana onun vereceği huzuru veremezdi. Başka hiç kimse beni onun kadar sevemezdi.

Arabasına iyice yaklaştığımda kanatlarımı çırpmak benim için çok zorlaşmıştı. Tenim yanıyordu. Tam acıdan bağırmaya başlayacaktım ki bana döndü. Heykellerden hiçbir farkı olmayan vücudu parıldıyordu. İçlerinde bütün yıldızları barındıran gözleriyle bana baktı. O an Dünya üzerindeki herkes kaybolmuştu sanki. Sadece o ve ben vardık. O, ben ve istediğimiz her şeyi yapabileceğimiz kadar boş zaman. Dudakları eğlenircesine yukarıya doğru çekildiğinde vücudumdaki bütün tüyler diken diken oldu. Ona uzanmaya çalıştım. Ne yapmaya çalıştığımı anlayınca o da boşta olan elini bana doğru uzattı. Parmaklarımızın arasında sadece birkaç santimetre vardı. İstediğim her şeye sahip olmak üzereydim. Onu hak edecek kadar ne iyilik yapmıştım bilmiyordum ama işte tam karşımdaydı. Pasparlak gözleriyle bana bakıyor; upuzun saçları rüzgarda dalgalanıyordu. Değmek üzereydim. Hayatımın aşkına dokunmak üzereydim.

Kanatlarımı son bir kez çırpmak için kollarımı kaldırdım. Çırpamadım. Ellerimizin arasındaki mesafe gittikçe açılırken denize doğru düşmekte olduğumu fark ettim. Kanatlarım eriyordu. Haklıydım. Onu hiç hak etmemiştim. Böyle bir şeyi aklımdan geçirdiğim için bile beni Tartarus’a atabilirlerdi. Bana uzattığı eli yanına düşerken gözlerinde onlarca kez sevgilisini kaybetmiş bir adamın acısı vardı. Yüzü az önceki kadar parlak görünmüyor, aksine gölge düşmüşçesine karanlık görünüyordu. Tanrılardan af dileyerek belki de beni birkaç saniye boyunca gerçekten sevmiştir diye düşündüm. Belki de ona olan hislerim karşılıksız değildir. Süratle denize doğru düşerken gözlerimi kapattım. Bütün efsanevi aşklar böyle bitmez miydi zaten? İnsanoğlu hep aşk kadar yüce bir duyguyu yaşayabildiği için cezalandırılırdı. Benim suçumun onu çok sevmek mi yoksa onu çok sevmek mi olduğunu bilemiyordum. Yine de bana baktığı o birkaç saniye darbenin etkisini hafifletmişti. Artık onun tanrısal ışığı gitmiş, yerini buz gibi okyanus suları almıştı. Tuzlu sular ciğerlerime dolarken her bir zerremin ondan arındığını hissettim. Yavaşça dibe çökerken etrafım kararmaya başladı. Onu sevme cüretini gösterdiğim için onsuz bir sonsuzluğa çarptırılmıştım.

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version