Dostum,
Zamanın hızlı telaşına kapılıp giderken birbirimize fazla vakit ayıramadık. Ne yazık ki bu defa aramıza zamanın ötesinde; tüm insanlığı etkisi altına alan bir engel girdi. Senle daima gitmek istediğimiz Çin’den, ta memleketimize kadar gelen bir hastalık binlerce canı alıp götürdü. Bu süreçte herkes işini gücünü bıraktı; eğitim ve öğretime ara verildi, esnaflar dükkanlarını kapadı, çocukların sokakları dolduran şen gülüşleri kesildi, kuşlar bile gökyüzünü terk etti sanki… Arabaların kirli egzoz dumanları kesilince, dışarda fütursuzca sigara tüttüren insanlar evlerine dağıldıkça gökyüzü daha bir maviye büründü.
Bu süreçte herkes kendisine bolca vakit ayırdı. Hal böyleyken sevgili dostum, ben de kendimle baş başa kaldım. Bolca kitap okudum. Yaşar Kemal’in ‘Kuşlar da Gitti’ eseri başucumda yer alırken yazıyorum bu satırları. Birazdan kaldığım yerden devam edeceğim. Yani o güzelim İstanbul’un yıllandıkça değişen, içerisinde hayat mücadelesi veren, güzel olduğu kadar kendine sığınan insanlara çektirdiği cefaların öyküsünü okuyacağım. Her güzelin cefası olurmuş… İstanbul da öyle bir diyar. Hazır İstanbul’un bahsi geçmişken oradaki vaziyetten de haberdar edeyim seni. İstanbul’da durumlar daha fena. Sokaklar bomboş, insanlar endişeli, vaka sayıları almış başını gidiyor. Kalabalık memleketin hali de bir başka zor oluyormuş. Çok şükür bizim burada durumlar iyiye gidiyor…
Sen nasılsın? Bu durum seni de bir hayli etkilemiştir eminim. Gökyüzünün maviliğini, kuşların eşsiz raksını özlemişsindir. Belki beni de özlemişsindir… Özledin mi sahi? Biliyorum, vaktimden bir lahza feda edemedim sana. Kızgınsın, belki dargınsın. İnsan birçok şeyin değerini kaybettiğinde anlıyormuş. Bunlardan birisi de özgürlük ve sağlık. Özgürlüğüm, sağlığım için kısıtlandı ve ben ziyaretine gelemiyorum. Şimdi anlıyorum hürriyetin yeryüzündeki en büyük hazine olduğunu… En çok da seni özledim. Dışarda korkusuzca dolaştığım zamanlarda yapmadığım için pişmanlık duyduğum tek şey, şüphesiz ki seni daha sık ziyaret edememek oldu. Şu an halini daha iyi anlıyor, içinde bulunduğun kuyunun derinliklerinde çırpınıyorum sanki. Ne güzel şeymiş özgürlük, ne güzelmiş gökyüzü, ah ne eşsiz bir nimetmiş sağlık!
Sana Nazım’ın dizleriyle veda ediyorum sevgili dostum. Sağlıcakla kal…
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.