Bakış açısı bir şeye yön vermektir. Kimi bakar gülü görür, kimi de dikeni, kimisi de gülün dikeni ile gül olduğunu görür. Kimi anlamak istediği gibi anlayıp yorumlar, kimi de olması gerektiği gibi. Olaylar karşısında, hayata bakışında, hayatın içinde, olayların içinde sen hangisisin?
İnsanoğludur, şaşar da beşer de ama doğruyu da bulur. Yeter ki istesin, yeter ki niyeti samimi olsun, koy vermesin, aman demesin, boşver demesin, bu dünyaya boşuna mı geldik deyip de dibe vurmasın. Evet bu dünyaya boşuna gelmedik ama dibe vurmak için de gelmedik. Hepimiz öncelikle kendimizden, anne-baba çocuğundan, eşler birbirinden, öğretmen öğrencisinden, abi-abla kardeşinden sorumluyuz, birbirimiz ile ilişkiliyiz, bir bağımız var çünkü. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlere bugün o yılanın ona da zarar verdiğini görmekteyiz. Bu klişeliği bozmak gerek, farkındalık gerek. Bir şeyler yapmak gerek ama önce kendimizden başlamak gerek. Ben eğriysem çocuğumu nasıl düzgün yetiştirebilirim ki nihayetinde ilk aldığı örnek benim.
Bir yuva kurayım, karşıma gönlümdeki gibi bir eş çıksın diye dua ederiz, sabrederiz, bekleriz ve o gün gelir, muradımıza ereriz. Aradan zaman geçer belki bir de çocuğumuz olur ya da çocuklarımız. Gel gör ki sonra kendimizi her şeyden usanmış, yorgun, bitkin belki pişman görürüz. Peki neden mi? Yaptığımız fedakarlığı biz çok yanlış yorumlarız, “öf, püf” deriz, “ben hayatımı yaşamak istiyorum.” sanki evli ve çocuklu olunca yaşayamıyor, neyse “üzerimde yük olmasın, kimseye hesap vermeyim, kimsenin de sorumluluğu üzerimde olmasın, özgür olayım.” hayır yani hayat bu mu?
Eşini, çocuklarını geride bırakıp istediğin gibi bir yaşantın olsa adına yaşamak denirse tabi, mutlu mu olacaksın, muradına mı ereceksin, başın göğe mi erecek ne olacak eline ne geçecek, geride kırık bir kalp ve boynu bükük çocuk bıraktıktan sonra ? İşte burada bakış açısı devreye giriyor. Sen evin temizliğini, çocuk bakımını, eşine bir kase sıcak çorba hazırlamayı, kapısını güler yüzle karşılamayı sana özgürlüğü kısıtlanmış, derbeder, ezilmiş, hayatını yaşayamamış geliyorsa eğer evet bu bir eziyet senin için. Çünkü gece gündüz tek düşündüğün şey bu ve kendini, kendi kendine dolduruşa getiriyorsun sonra da istediğim hayatı yaşayamıyorum diyorsun. İstediğin hayat masallarda yaşayan peri kızı mı, saraylarda yaşayan prenses mi?
Eziyeti meziyete dönüştürmek de yine bizim elimizde ve bakış açımızda. Öncelikle insan kendsini sevecek, değer verecek, kendini önemseyecek sonrasında kendisine olan saygısı, çevresine karşı da sevgiyi, saygıyı, ahlakı getirecek. Evi temizlemeyi eziyet olarak, zaman kaybı olarak, gençliğim gitti gidiyor olarak değil de ibadet olarak görse meziyet olacak. Eşine verdiği bir bardak suyu ibadet, çocuğunun her bakımı, yetiştirilmesi ibadet…
Şöyle bir silkelensek de kendimize gelsek niyetimizi tazeleyip ruhumuzu arındırıp bismillah diyerekten işin başına geçsek kendimize çekidüzen versek. Yeniden yeni sayfa açarak başlayabiliriz. Kendini köle gibi görmek de o hanın sahibi hanımı olarak da görmek bizim elimizde, bakış açımız hayatımıza yön verir.
ZEYNEP İNAN