Apollon Tapınağımıza Yolculuk
Kamera özelliği gelişmiş olan bir telefon aldım geçenlerde. Bu iyi oldu aslında benim için. Bazı insanların fotoğraf çekmeyi neden bu kadar çok sevdiğini biraz daha iyi anlar oldum. Etrafıma farklı bir gözle bakıyorum artık. Yıllardır gözlük kullanıyorum ama boşunaymış. Ne çok şeyi görmeden geçirmişim zamanımı.
Gezi yazısı gibi bir şey yazmaya karar verdim. Belki bu sayede bir yerlere kök salmayıp da gezen biri olabilirim. Umarım…
Kutsal Bir Ziyaret
Annem ve küçük kardeşimle yaklaşık sekiz yıl önce göç ettiğim ve çok kez yanından geçerken göz ucuyla baktığım ama içine hiç girmediğim Apollon Tapınağı’na gittim geçen hafta arkadaşımla. Sağ olsun böyle bir yeri gezme fikrinde bulundu. Yoksa benim aklıma hiç gelmeyecekti sanırım.
Girişine doğru sohbet ederek yürüyorduk. Montlarımızı acaba arabada bırakmasa mıydık, rüzgar sanki biraz sert esiyor diye düşünmeden edemedik. Ama üşendik, geri dönmedik araca.
Küçük bir cami vardı yanında. İşçiler vardı içinde. Onarım yapıyorlardı sanırım ya da bilmiyorum, belki de yeni inşa ediliyordu.
Tapınağın girişine doğru yöneldik. Giriş için bilet lazımmış, bilmiyordum. Gerçi bilsem de müze kartım yoktu. O derece kültürlü bir şahsiyetimdir! Arkadaşım hala üniversite öğrencisi olduğu için indirimli olarak, bir yıl geçerli olan karttan aldı. Ben acaba başka bir yerlere daha gider miyim bu sene içinde bilemediğim için, o an kullanmak üzere olan tek seferlik biletten aldım. Böyle güzel tarihi yapılardan bahsederken araya parasal konuları sokmak ne derece etik oldu bilmiyorum. O sebeple, incittiğim birileri varsa eğer özür dilerim.
Birkaç basamak indikten sonra, tanımlamak için kullanacak sıfat bulamadığım ve acizlikle, çokça kullandığımız güzel kelimesini tercih ederek anlatabileceğim yapının bulunduğu alandaydık. Yapımı M.Ö. 4. yüzyıla uzanan bu yapı, ion tarzında yapılmış, dünyanın en büyük üçüncü tapınağı olma özelliğine sahipmiş. Çeşitli dönemlerde insanların ve doğanın etkisiyle harap olmuş.
İçerisine çok güzel bilgilendirici yazıların olduğu panolar da koymuşlar. Yanımızda, burayı bilerek gezmemizi sağlayacak bir rehber olmadığı için üzülmüştük açıkçası. Sırayla panoları okuduk. Görsellerde numaralandırılmış olan yerleri, işte bak şurası diyerek birbirimize gösterdik.
Çeşitli gösterilerin, yarışma tarzı şeylerin de yapıldığı, insanların da oturup izleyeceği amfi tarzı yere, basamaklara baktık. O zamanın insanları da buldukları yere adlarını kazımaya meraklıymış. Güldük.
Güzel bir hanımla tanıştık tapınağı gezerken. Bizim gibi gençleri görünce çok mutlu olduğunu dile getirdi. Mimarmış. Kitaplarda okuduğu yapısal özellikleri yerinde görmek istemiş. Ayaküstü ne kadar hoş bir muhabbet ettiğimizi anlatamam. Gözümüzün saate gitmediği bir zaman dilimiydi. Tarih boyunca insanlığın birbirine ne kadar çok eziyet ettiğinden de bahsetti. Mesela “siz bu yapıya bakınca ne kadar büyük, görkemli bir şey” dersiniz ama ben burası yapılırken, o hani canının hiçbir kıymetinin olmadığı, işçi olarak kullanılan ve haddi hesabı olmadan can veren köleleri düşünürüm, dedi. Maalesef ki gerçekten de bazı insanların kendi ‘değerleri’ uğruna başkalarının “değerini” yok saydığı bir insanlık tarihine sahibiz. Bu konuda başka bir şey söylemeden, sözü size bırakıyorum.
Yazımı daha da uzatıp sizleri sıkmak istemiyorum. Ne de olsa, güzel bir insan “muhabbete doyum olmaz, sonu ayrılık değil mi” demiş. En kısa zamanda tekrar buluşmak dileğiyle, sizlere saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Çok güzel bir gündü. Ve bunu sizlerle paylaşmak da bana çok iyi geldi. Umarım bu güzel duyguyu sizler de tadarsınız…
Mahmut Yıldırım