Kadın Yazarın Portresi

”Bu soruyu bir duvarı tamamen camdan oluşan kahve renklerinin tonlarıyla desenlenmiş odamda yağmurun yağışını izleyerek sormak isterdim kendime. Ama soru, maalesef, güneşin sıcaklığında otobüsle arkadaşımın atölyesine giderken aklıma geldi. Neyse ki, seneler sonra hayal ettiğim evde oturduğumda yağmurlu bir günde tekrar soracağıma dair söz verdim kendime. Hayallerimin hatıralara dönüşeceğine dair umudum var yani. Bu yüzden arkadaşımdan mutlaka herhangi bir eserini istemeliyim. Unuturum ileride bu soruyu. Bu yüzden arkadaşımdan alacağım tabloyu duvarıma asarak hep hatırlarım. Hayallerimize saygı göstermemiz gerekir değil mi?
Nihayet, sorum şuydu: “Neden eskiye dönmek isteriz?” O kadar fazla cevabı var ki bunun. Şeye benzer: “Felsefe niçin gereklidir?” sorusuna. Bunun bir cevabı “düşünmek için”dir. Diğerleri ise “boşlukları bulmak için”, “varlığını anlaman için” gibi cevaplardır. Bu arada, felsefeyi anlamayanların da cevabı oluyor, öyle bir soru bu. Aslında, sorunun var olma sebebi bu sorunun asla cevaplanamayacak olması. Böylelikle, cevabı bulunamayan sorular, sorunun nedeni olan şeyleri dünya dağılana dek yaşatır.
İşte “neden eskilere dönmek isteriz?” sorusu da kendini yaşatır, unutturmaz.
Cevapları da say say bitmez. Mesela, eskiyi sevme sebeplerimizden biri: bazılarımız hayatımızın en enerjik çağında olduğumuz zamanların en iyi olduğuna inanırız, gençliğimiz yani…
Bazılarımız da eskiyi, sadece, orada kalan insanlar için özler. Belki o insanlar hâlâ yanında, ama eskisi gibi değildir. O kadar değişir ki, yanında bile özlem duyarsın. Coğrafi olabilir, güzel geçen anıları olabilir. Kim bilir, belki zor geçmişse bile o zor günlerdeki güçlü duruşu için eskiyi özler insan. Başka bir teori de var: hani insan kendi benliğini kollamak için doğmuştur ya, işte bu yüzden büyüdüğü dönemin en özel olduğunu sanır. Ama böyle de söyleyince nostaljiyi psikolojik rahatsızlık olarak görüyorum. Harbi ya, ben nostaljiyi ne olarak görüyorum? Tabii ki, sanat olarak. Eski dediğim kavram sanattan oluşur, bence. Müzikte vardır, fotoğraflarda vardır, portrelerde, kitaplarda, mimaride. Ama en çok eski hikâyesi olanlarda var. Bir şeyin hikâyesinin olması ne kadar güzel. Ama bunu bir de 1688’den sonraki dönemde yaşayanlara sormak lazım. İsviçreli bilim adamı Johannes Hoffer İlk defa bulmuş bu kelimeyi. Ve sonra da nostaljiyi “özünde şeytani sebepler bulunan nörolojik hastalık” olarak tanımlamış. “Nostos” (dönüş) ve “algos” (acı) kelimelerinden geliyormuş. Bizi biz yapan bu insanî duygu neden hastalık olarak görülmüş, çok merak ediyorum. Belki de, Hoffer acı hatıralarından kaçmak için uydurmuştur bunu değil mi…. Aaaaa, şoför bey, biraz yavaş olun ya!! Düşüyorduk az kalsın. Şoför bey! Dikkat eder misiniz! Kime diyorum?”

14.08.1995
Bu tarihte uyutulması gereken hasta, bugün de kendisini otobüste zannediyordu. Sesi her tarafı sarmıştı. Ne gariptir ki, eski yazar olan ve şimdi ruhsal rahatsızlık yaşayan bu yaşlı hanımefendi, sadece, duvardaki bu kadın tablosunu görünce böyle konuşmalar yapar. Sırf kontrol için defalarca duvardan başka tablolar asılsa bile yine de, sadece, bu kadının tablosuna böyle farklı tepkiler verir. Aslında sohbetleri çok güzel, ama sonda hep birilerine sinirlenir ve bağırmaya başlar. Portre ona, nedense, eskiyi hatırlatır.

1 COMMENT

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version