Merhaba. Bugün 8 Ağustos 2020. Bu ses kaydını psikoloğumun isteği üzerine yazıyorum.
Umarım, sesimden tanıdın beni. Evet, artık öğrenmiş oldun; psikoloğa gittiğimi. Ama abartılacak bir şey değil bu. Sesimi kaydetme sebebimi açıklayayım sana. Seanslarda gerçekleşen “soğuk koltuk” yöntemi varmış. Koltukta, içindekileri söylemek istediğin kişi karşındaymış gibi oturuyorsun. Ve ona söyleyemediğin her şeyi anlatıyorsun. Biliyorsundur virüsü, karantinadayız. Şu anda virüs sebebiyle seanslarımızı online şekilde devam ettiriyoruz. Bu yüzden şimdiye kadar sana söyleyemediklerimi anlatıyor gibi yapacağım. Aslında, seninle hep konuşurum, ama duyamazsın… Duymamakla duyamamak arasındaki farkı sana karşı sustuğumda öğrendim. Muhtemelen, şimdi beni duysaydın yapacağın ilk şey neden psikoloğa gittiğimi sormak olurdu. Bu soruyu psikoloğum sorduğunda “Sokrates’in idamı” yüzünden demiştim. Hani Sokrates hep sormuş, anlatmış ama insanlar onu anlamak yerine şikayet etmiş ya. Mahkeme de idamına karar vermiş. Onu seven birçok kişi, Sokrates’i kurtarmak için para bile teklif etmiş mahkemeye. Ama Sokrates bunu reddederek idamı seçmiş. Anlaşılmadığı için, hayal kırıklığına uğradığı için. Daha çok sebebi vardı belki de. Sokrates’in zehir içmesini okuduğum anda üniversitenin bahçesinde ağlamaya başladım. Adam değil de, seçimi sana o kadar çok benziyordu ki baba. Birilerini uyandırmak için konuşan kişiyi, uyanması gerekenler, ebediyen uyumaya terketmiş. Tıpkı, senelerce devleti için çalışmış bir asker olarak, generali tarafından ihanete uğrayan, anlaşılmayan ve kendini alkole veren sen gibi baba. Alkolik teşhisini bir an olsun kabul etmeyen sen gibi. Biliyor musun, yeri ve zamanı fark etmeden her an hayalini düşünüp saatlerce ağladığım tek şey senin ölümün. Bu keder, dünyadan ayrılmandan daha çok, umudunu da beraberinde götüreceğin için bu kadar ağır. Ben senin iyi bir baba olacağına olan umudumu asla kaybedemedim. Kaybetmek için çok çalıştım, ama olmadı. Mantığınla olmayacağını bildiğin bir şeye kalbini vermen, hayal kırıklığı getirir. Bazen bir süreliğine dua edememeye bile. Ama işte, her “baba” kelimesi geçtiğinde kalbimde kederin yanında inanç da yer almakta. Sayende bir şeyi öğrendim. Bazen insanlar kaybetmediği inançları için kendisiyle gurur duyar. Oysaki, şunu bilmeliyiz: inançlar karar verir bizi kaybedip etmeyeceğine. Neyse… Sana şeyi anlatmanın tam zamanı. Psikoloğum bana “babana en çok hangi anını anlatmak isterdin?” diye sorduğunda ona verdiğim cevabı. O hatıramı anlatmak isterdim hep, ama kalbini kırmaktan korkuyordum. Tam sekiz sene önce ilk hikayemi yazmıştım. Hani hep yazar olmak isterdim ya, hâlâ istiyorum. İlk sana okuttum tabii ki. Ceketinin cebine bırakmıştım. Dur anlatayım sana:
“Bahar, babasıyla konuşmak istiyordu hep, ama asla adım atamıyordu. Çünkü babasını kaybetmemek için babasının ona olan sevgisini feda etmek zor geliyordu, ama kararlıydı. Babası alkolü bıraksın diye konuşacaktı onunla. Onu çok sevdiğini, sarhoş olmadığı zamanlarda çok iyi bir baba olduğunu söyleyip, eğer kabul ederse alkolikliğini beraber yenebileceklerine tüm kalbiyle inandığını… Bahar babasına tüm varlığıyla inandığını söylemeye kararlıydı. Bu akşam geldiğinde konuşabilmesi için onu arayıp sarhoş gelmemesi için ricada bulunacaktı. Bodrum katındaki sıçanlı evin en naif, en zarif rica kurallarından biriydi bu. O an ev telefonu çaldığında Bahar’ın açması sanki, kaderin yazılmış senaryosuydu. “Alo”dan sonra döndü Bahar. Zaman dondu, güneş dondu, rüzgarın oynattığı saçları bile dondu. Ama gözlerinden akan iki damla yaş sükûtu bozmuştu. Bahar neden ağladığını üç saniyelik de olsa sorguladı. Annesini döven, evdeki herkese küfredip her gece kavga çıkaran babası bunları bir daha yapamayacaktı. Buna rağmen ağlıyordu ama. Çünkü ölüm, sadece babasını değil, onun umudunu da almıştı. Evet, arayan polisti. Bir bankta uyuyakalarak aşırı dozdan ölmüştü babası. Bahar, anlatmak için çok geç kalmıştı. Babası da iyi bir baba olmaya. Herkes çok geç kalmıştı….”
Sana, “devam edersen böyle oluruz” diyemiyordum. Bu yüzden ismimi bile değiştirmeden yazmıştım anlayabilmen için…
Babacığım, bu hikâyemi okuduktan hemen sonra beni aramıştın. “Allah’a yemin ederim ki, bir daha içmeyeceğim, kızım” demiştin. O an kendimi dünyanın en değerli insanı olarak gördüm. Bizi, hiç olmadığımız kadar, mutlu bir aile gibi hissettim. Başarmıştık. Bu kâbus bitmişti.
Ama… Âh, “ama” ile başlayan cümleler yok mu, insana bırak yeni sayfalar açtırmayı, yeni kitaplar yazdırır. Ama, işte baba, sadece iki gün. İki gün sürdü bu mutluluk. Kapıyı açma şeklinden anladım; anlamak istemiyordum, yanılmayı arzulamıştım. Ama sen içeriye sarhoş halde girdin. Zaten o hafta içinde her yaz olduğu gibi yine evimizi sıçanlar basmıştı, kavgalara da dayanamayıp ilk ve tek intiharımı gerçekleştirmiştim. Anneme çok yalvardım sana zehirlendiğimi söylesin, ölmek istediğimi değil. Çünkü, bilseydin bile yine her şey aynı şekilde devam edecekti ve ben hayallerimde bile seni sevememeyi riske alamazdım. Zehirlendiğim için daha dikkatli olmamı önermene hâlâ gülerim. Belki de sen daha dikkatli bir baba olmalıydın. “Keşke” demeyeceğim, keşkeler boştur. Her şey olması gerektiği için olur. Hatta, çok istersen iyiye doğru olur. Bak, mesela tüm bu olanlar daha iyi insan analizi yapmama yardımcı oldu. En çok da kendimi tanımaya. Eksikliğini doldurmak için çok şeyi abarttım. Nazı, bazen fedakarlıkları, nefreti, sevgiyi, dansları, süslü olan her şeyi, bir dönem sessizliğimi, siyah renkli her şeyi hep abarttım. Kendi üzerimde çalıştıktan sonra başkalarını anlamaya çalıştım. Bayağı bayağı oluyordu ha! İşte, ne bileyim bir masada arkadaşlarla oturduğumuzda ailesinde sevgi eksikliği görenleri tanırım. Genellikle, en çok bağırarak konuşan, en çok gülen ve en güzel gülenler olur. Hep kendilerini ispatlamak için yaşarlar. Şanslı olan varsa kendisinin farkına varır ve bunu değiştirmeye çalışır. Bazen en olgunu da yine bu kişiler olur ve küçüklüğünü yaşayamayanlar her zaman çocuk olarak kalmak ister. Bir de bu “babasız kızlar” olarak hepimizin ortak noktası her acıya aynı şekilde ağlamamız… “Babasız kızlar” dediğim babası yaşamayanlar değil; sevgisini veremeyenlerdir. Yoksa, yaşayan çok ölü var, yaşayan ölüler sevgi vermeyenlerdir baba. Ama biliyor musun? Ben seni çok seviyorum. Alkolikliğinin başladığı ve hâlâ devam ettiği bu on dört sene boyunca ikinci defa bıçakla saldırdığın gece kaçmak zorundaydık. Anneme ben yalvardım gitmemiz için. Çünkü annem, bizim için her gece ağzının kanamasına dayanıyordu. Ve benim, seni çok sevmeme rağmen bunu annemden ben istemeliydim. Adalet çok farklı baba; sevgiye bakmaz, bakmamalı. Ama ben seni her zaman seveceğim. Sen bana çok şey öğrettin. “Tüm insanlardan uzak dur, insan oldukları için.” Bu cümleni asla unutmam, hâlâ kulaklarımda söyleyiş tarzın. Alakasız anlarda bile bu tavsiyeyi verirdin. İşte ben de çoğu insana kullandım bu tavsiyeni. Bu yüzden çoğu kişiden uzaklaştım kavgalarımla, bazılarını da kaybettim. Sonra dediğinin yanlışlığına değil de, yanlış uyguladığıma karar verdim. Ben kendimden uzak durdum. Kendime uzaktan bakmak, beni hayal dünyamdan çıkarıp gerçek hayatta ağlamadan, savaşmadan yaşamama yardım etti. Sana hep bahsetmek istediğim, çocukluğumdan beri devam eden sevgimi, ilişkimi bile geri verdi. Meğerse, beni ben olduğum için seven birinden, baba sevgisini almaya çalışıyormuşum. Ama o bana bunu asla vermedi. İyiliğimi düşünüp bana hep kendisi gibi davrandı. Ailesinde sevgi boşluğu olan birinin başına gelebilecek en büyük imtihan, hayatına alacağı kişinin sevgisini o boşluğa koymadan ona yeni bir sayfa açmaktır. Ve itiraf etmek gerekirse, onu kendisi gibi sevmek hayallerimden daha güzelmiş.
Aklıma şu an geldi, öğrettiğin başka bir şey. Sen bana korkumun üzerine gidebileceğim kadar güzel bir şey öğrettin aslında baba. Her gece eve sarhoş geldiğinde annemle kavga etmemen için seninle sohbet etmeye çalışırdım. Sen de bana sürekli anlamadığım, ama başarılı olabileceğim bir konu üzerine konuşurdun. Felsefe! Yıllar sonra felsefe konularını okumak o gecelerin korkusunu hatırlatsa bile, okuduktan sonra en çok ihtiyacım olanı, Yaradanı bulduğum bir yer oldu felsefe. Bunun için sana çok teşekkür ederim. Bizi ağlatan sebeplere bile teşekkür etmemiz gerekir. Çünkü seni sen yapan her şey, her detay özgürlüğünün zerreleridir.
Ve son olarak baba, sana bir söz vermek istiyorum. İçimdeki aile tablosunda olan kalın sesli kişinin yerini, baba sevgisinin boşluğunu kimseyle doldurmayacağım. Seni olduğun gibi seviyorum. Çünkü acını anlayabiliyorum baba. Ve başından beri senin tek ihtiyacın olan şey buydu: Anlaşılmak!
Seni hep anlayacağım! İçtiğinin, zehir değil de alkol olarak kalması için!
Hoşça kal, baba…