Elime alınca kalemi dedim ki bu sefer hüzünlü türkü makamında dokunmasam gönüllere… Dileğim buydu ama bağışlayın bu zamanın ağrılı mısralarında kaybolmuş, yarım bırakılmış bir şiir gibiyim. Oysa renk renk açmış baharın kucağından taze bir demet uzatmak isterdim sizlere.
Yaşadığımız bu zamanı neden benimsemez ruhlarımız? Eksik olan bir şey mi var; o yüzden mi tadı kaçtı tüm şakaların? Şaka desen, anında gerçekleri yüzüne vuran hayat mı acımasız yoksa insanlar mı bozdu bütün düzeni? Yok işte cebimiz de metelikten başka bir şey, yok işte mahzun gönüllere verebileceğimiz bir umutluk çare. Eskiyi özlemekle geçen şimdiki zamanların, beklenen gelecekte sancılıdır düşleri. Ne yaşarsan yaşa nasıl olsa nefes alıp verdiğin süre kadar kısa gelmeyecek mi yaşadığın hayat? İyi de o zaman bunca plan, onca senaryo niye? Üstelik sen bu filmin yönetmeni değilsin sadece kendini kahraman saydığın hikayenin bir oyuncususun. İçinde yaşadığın hikayede aldığın role dikkat et zira kendine neyi yakıştırırsan o senin hayatın olur, ismi ile müsemma olmuşlara dönersin.
Sana rolünü doğru seçtirecek olan yalnızca kalbindir. İnsanlık halin de, ruh halin de değişir ama kalp halin kolay kolay değişmez. Tüm sorgulamaları, niyetleri, davranışları, duyguları hep kalp halin belirler. Orada sıkıntı büyükse geçmiş olsun. Tedavisi ancak kalbe can bahşeden tarafından yapılır. Servis ücreti bir avuç kullukla karşılanır. İşte bu kadar basittir insanca yaşamak, peki her şey bu denli kolayken nedendir açılmaz düğümlere kaçış.
Hiçbir şeyin hiçbir şeye değmediğini neden sevdiğinin mezarı başında anlar insan? Değmiyor inanın, kalbin sesine kulak verin “bin yıllık eğlensen de dünyaya doymayacaksın“ diyor; çünkü sen ölümsüz ebediyet modeliyle geldin dünyaya, burada misafirsin kendini ev sahibi sanma. Senin yurdun çok ötelerde, gidip görmediğinden mi inanmıyorsun; hayır hepsini görüyorsun ama anlamıyorsun. Kalp halinle baksan yeryüzüne, tatsız bir toprağın tadına doyamadığın tatlı nimetler verdiğini, kanayan küçücük yaranda ki kanı durdurmaya dahi muktedir olmadığını, acizliğini ve yalnızlığını göreceksin. Bu hal öyle muazzam bir hal ki yerine dünyaları koysan eksikliğini gideremezsin.
Sürekli bir sokaktan diğer sokağa geçmeye çalışan insanlar arasında, meydanın tam ortasında kalır halini bilmezler. Ne kendi halini ne de başka gönlün halini bilir. Halbuki kendini bilse başkasının haline de ayna tutabilir, herkesin derdinin diğerine hikaye olması bundan sebep midir?
Hikayenin en acıklı kısmında hal bilmezler vardır, onlar kendine ayrılan süre kadar yaşar bu hayatı. Hırsları boyunlarına geçirdikleri halkalar gibi esir eder yüreğini de, kendine bu kadar zalim olan başkasına merhamet eder mi? Dedim bunca göz yaşı, bunca elem, bunca kin ve nefretin sorumluları kim, hal bilmezlermiş… Meğer sayıları ne kadar da çokmuş, onların hayat gayesi halini bilenleri üzmekmiş. Heyhat! değdi mi sonu toprak olacak bu bedeni yüceltmek için başkasına döktürdüğün göz yaşına…
Sözler duyana değil söyleyene tesir edermiş. Önce dili sonra hakkı ve hakikati söyleyen kalbi duymak gerekmiş. Şimdi, sol yanına biçilen en güzel sanat harikasına, sana insanlığını hatırlatan biricik kalbine elini koy ve onu dinle. Söylediklerine kulak ver, onu tüm kötülüklerden uzak tut çünkü orada ektiğin tohumlar ebedi baharın olacak senin.
Kalp halini bilenlere selametler ola…