Ve evet Öykü’nün bana fısıldadığı bu öyküyü sizlere anlatmak için sabırsızlanıyorum.
Kayıp Gül maceram kuzenimin tavsiyesi ile başladı, lise yıllarında okuduğum en güzel romandır benim için. Kayıp Gül’le başlayan bu sevgim Ölümsüz Kalp ile katlanarak devam ediyor.
Okuduğum bu kitabın kalbime bu kadar dokunacağını hayal edemezdim. Evet kalbime, hatta benim bile fark edemediğim kalbimin derinliklerindeki sulara. Öncelikle teşekkür etmek istiyorum bu farkındalıkları bana kazandıran ve kalbimin ötesine inandıran, en çok da bu çağda sevgiyi böyle saf ve temiz analtan Serdar Özkan’a. Teşekkür ederim…
Kitapları hem ülkemiz için hem dünya için çok değerli. Kayıp Gül, Finlandiya’nın en çok okunan gazetesi Helsinki Sanamot tarafından “Türklerin Küçük Prensi” olarak adlandırıldı. Bunun en büyük sebebi kendisinin de söylediği gibi evrensel bir duygu dilini kullanması. Duygular, onlar her dilde farklılaşmaz ki? Sevgi, bir Türk için de bir İngiliz içinde aynı duygudur.
Ülkemizde nispeten biraz daha geç keşfedilmiş hatta Türkçe yazılmasına rağmen eserleri diğer dillerde o kadar çok okunmuş ki Ölümsüz Kalp Türkiye’den önce başka ülkelerde yayınlamış. Serdar Özkan’ın kitapları Martı ve Küçük Prens ile karşılaştırılırken eserlerini hâlâ okumamış -bir zamanlar benim olduğum gibi- adını bile hiç duymamış nice Türk okur var. Aslında buna kızmıyor değilim içimizdeki hazinelerden haberimiz dahi yok.
Ölümsüz Kalp, Serdar Özkan bu romanında Kayıp Gül’den esinlenerek bizleri kalbimizde bir yolculuğa çıkarıyor. Baş karakterimiz Diana, kalbine küsmüş ve onun biyolojik fonksiyonları dışında başka görevi olmadığına inanan bir çocuk.
“Kalp konuşmaz, sadece kan pompalar”
Diana öyle çok görmek istiyordu ki pembe yunusu. İlk kez öğretmeni bahsetmişti pembe yunusun varlığından ve dahası o sabah dünyada her insanın göremeyeceği pembe yunusları görecekti. Kalbi göğüs kafesine sığmıyordu öyle heyecanlıydı ki… Pembe yunusu görmek için 10.00 otobüsüne yetişmeliydi ve onun için bir saniye bile çok kıymetliydi. Pembe yunusu görmeden bile o kadar çok sevmişti ki ona karşı içinde her an büyüyen bir sevgi vardı. İçindeki bu sevgiye karşın küçük bir kaplumbağa için kalbinin sesini dinlemesiyle pembe yunusu görme fırsatını kaçıran Diana kendisine o kadar kızar ki bir daha kalbinin sesini dinlememe kararı alır. O kalbini terk ederken aslında 20 dk’lık, değerine bilene bir ömürlük bir yolculuğa çıkarıyor bizi Bay Öykü. Bu yolculuk Diana’ya ve aynı zamanda Ölümsüz Kalp’i okuyanlara kalbin kapıları aralıyacaktır.
“Kalbinde neler yok ki! Ağaçlar, dağlar, adalar, okyanuslar, gökler, hatta bütün evren, hatta daha fazlası!”
Neyi bekliyoruz o zaman?Neden erteliyoruz?
“Eli kalbinin üstünde, dakikalarca kalbinin atışlarını hissetti Diana. Kalbine dokunabiliyordu
Ve bu yüzden her şey ama HER ŞEY dokunuş mesafesindeydi. Çünkü sevgi dokunuş mesafesindeydi. İşte gerçek hayatı güzel yapan buydu, sevginin dokunuş mesafesinde olması.”
İnsan en çok kendini fark edemez. Kendi içinde barındırdıklarını. Umuyorum ki bu kitabı okuduktan sonra fark edemediğiniz sizi siz yapan farklılıkların farkına varırsınız. İçinizde var olan Meryem’in de…
Yazar burada sembolleştirilmiş bir Efes Şehri ile karşılıyor bizleri.
” ‘ Efes Şehri tıpkı insana benzer,’ dedi Melek Çocuk. ‘ Tıpkı insanın içinde olduğu gibi, Efes’in içinde de birbirinden çok farklı yerler, birbirinden çok farklı sesler var. Artemis Tapınağı, Mary’in evi, Artemis Gülü, Meryem… Birbirinden çok farklılar ama hepsi aynı şehir içinde bir arada bulunuyor. Bir bedende.‘ “
Yazar akıcı bir dille bizleri geceleri uyurken hep görmeyi dilediğiniz o rüyalar aleminde 274 sayfalık bir yolculuğa çıkarıyor. Helede bu yolculuk bildiğiniz ama hiç görmediğiniz, sevdiğiniz ama hiç sarılmadığınız; bir kafes içinde unuttuğunuz kocaman bir dünyaya, Bay Öykü’nün deyimi ile Ölümsüz Kalp’e yolculuğa çıkarıyor bizleri. Kalbinizin içindeki odalarda Kayıp Gülünüzü, Ölümsüzleri, Ruhu ve Sevgiyi ayamaya? Hazırsanız, keyifli okumalar.
Eee siz kalbinize yolculuğa ne zaman çıkıyorsunuz?
“Bazı düşler vardır ki, gerçek hayattan daha gerçektir.”