“Uzun bir yoldan sonra denizi görmek gibisin.”
Dünya değişiyor dostlarım, günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak.
Son Kuşlar-Sait Faik, 1952
Sait Faik, 18 Kasım 1906 Adapazarı doğumludur. Görülmemiş, bilinmeyen bir öykü tarzı yaratmıştır. O ana kadar, erken modern öyküleme, klasik denebilecek yapıtlarını vermiştir. özellikle Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabındaki öykülerle benzersiz olan öykücülüğünde yeni bir atılım gerçekleştirmiştir. Demir Özlü, Yeni Ufuklar dergisinde 1967 yılında Sait Faik için şunları söyler: “Sait Faik—bu büyük yetenek, büyük birey, derin duyuşlu bir şair—özellikle Alemdağ’da Var Bir Yılan adlı kitabıyla önümüzdeki kalıplaşmış rasyoneli yıktı, bize duyuşun, bireyliğin, yaratmanın yollarını açtı.” Özlü, yıllar sonra kaleme aldığı bir yazıda da Sartre’ın adını bile ilk kez Sait Faik sayesinde duyduklarını vurgular: “Bizim kuşak, J.-P. Sartre’ın adıyla, sanırım ilk olarak Sait Faik’in Beyoğlu üzerine yazdığı bir röportajda karşılaştı. “Nitekim Ferit Edgü, kendi kuşağıyla Sait Faik arasındaki ilişki için şunları söyler: “Dostoyevski’nin, ‘Hepimiz Gogol’un Palto’sundan geliyoruz.’ dediği gibi, ben de benim kuşağımın öykü yazarlarının büyük bir çoğunluğu da Sait Faik’ten geliyoruz.”
Bir gökyüzü peşinde koşturdu durdu. Tek başına. Milyonların içinde. İçime taş gibi ağır bir su gibi sevgiyi oturttu…Yaşamasını öğretti, adam akıllıca! Bir dülger balığı…
Sait Faik, Dülger Balığının Ölümü
Sait Faik’in öykücülüğü üç dönem halinde incelenir. Daha lisedeyken edebiyat dersi ödevi olarak yazdığı “İpekli Mendil”in de yer aldığı ve ailesinin maddi desteğiyle çıkarttığı Semaver ve sonraki iki kitabının (Sarnıç ve Şahmerdan) yayımlandığı 1936-1940 arası ilk dönem olarak kabul edilir. Bu dönemin öykülerinin ortak özelliği içerdikleri insan sevgisi ve yazarın coşkulu dilidir. Sait Faik’in ikinci dönemi 1948’de çıkarttığı “Lüzumsuz Adam”la başlar. Sait Faik’in bu dönemde en önemli değişiklik dilinde olur. Yazarın son dönemi 1952’de yayımlanan “Son Kuşlar”dan başlayıp ölümüne kadar olan süreyi kapsar. Sıradan insanların küçük hikâyelerinden koskocamam hikayeler yaratarak insanların sesi olur hem de bunu yaparken Türk öykücülüğüne yeni tarz getirir. Klasik öykü tekniğini bozarak insanları ve doğayı yalın, samimi, objektif bir biçimde anlatmayı başarır. Kendinden önceki yazarların tersine bireyi ön plana çıkarır. Ama bunu yaparken insanı doğadan ve toplumdan kopuk düşünmez. Doğa ve insanın etkileşimini net şekilde ortaya koyar. Sait Faik demek, sokak demektir. Öykülerinde toplumun alt katmanlarında, kenar mahallelerinde yaşayan insanların mücadelelerini, isteklerini, tasalarını ve her şeye rağmen korudukları yaşama sevinçlerini şiirsel bir dille anlatır. Genellikle gözlem yapan ve yaşayan bir karakter olarak öykülerin içindedir. Bunu yaparken de öyle dışarıdan bakmaz, zaten hayatta da o karakterle birliktedir. Balıkçılarla balığa çıkar, yoksullarla kahvehanelerde takılır, külhanbeylerinin meyhane masalarına konuk olur, çocuklarla arkadaşlık eder, işçileri dinler kısacası İstanbul’un tüm ötekileriyle ahbaplık eder. İstanbul’u, onun sokaklarını, insanını çok iyi bilir.
Sait Faik, ölümünden on yıl sonra onu kimsenin hatırlayamayacağını düşünürmüş, ne acı değil mi? Ama on yıllar geçmesine rağmen onun öyküleri hâlâ okunuyor çünkü hala günceller. Ne de olsa zamanın değişmesine, teknolojinin gelişmesine, şehirlerin kalabalıklaşmasına rağmen insan gerçeği aynı kalıyor. “Yazmasam deli olacaktım.” diyerek haksızlığa karşı haykıran; “Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” diye hüzünlenen; “Dünya çarelidir. İnsanlar dünyaya bir çare bulacaklar.” diye umut dağıtan bir yazardır Sait Faik. Onun yaşama sevinci bizimle olsun.