Gün sonlanıyordu. Artık gecenin karanlığı çatmıştı gün yüzüne. Eve gitme vakti gelmişti. “Beş dakika daha anne yaa…” diyemeyeceğim bir yaşı çoktan geçmiştim.
Taze esen rüzgârın ferahlığı çocukluğuma götürmüştü beni… Gökyüzünde bir uçurtma gibi şatafatlı duran yıldıza, selam vererek hayal dünyasına kapılmıştım.
Kızların pembe, erkeklerin ise mavi ile temsil edildiği yaşlardaydım. Bir elimde elma, diğer elimde ekmeğin olduğu kral sofrasında, anın tadını çıkarıyordum. Mutluluğu iki elime sığdırmıştım…
Yer sofrasının, çatal kaşığa davul olduğu; müzik ritmimi de tutturduğum bir resitalin içindeydim. Araya giren “Yapma oğlum!”, “Oğlum kime diyorum?” vokallerine hiç aldırmadan, tek kişilik dev kadromu kurmuştum.
Sabahına çapaklı gözlerle uyandığım, Parliament Sinema Kulübü kuşağının; yeni kahramanı da bendim. Batman yada Rambo yanımda halt etmiş. Döşeğin üzerinde takla bile atabiliyordum.
Kiraz ağaçlarına ben dalardım, mahallenin çırağı da bendim. Para üstleri sağ cebime, misketleri sol cebime pay ederdim. Siyahın yanına beyaz koyar, “Şampiyon Beşiktaş!” diye bağırırdım.
Ben 90’lardım…
Hevesi kursağında kalmayan bir çocuktum.