Mantıku’t Tayr’da, Mantık kelimesi, “söylemek, konuşmak, lisan-ı hâl ile anlatmak”, Tayr ise kuş anlamında kullanılmıştır.
Mantıku’t-Tayr, Farsçadan dilimize; “Kuş Dili” olarak çevrilmiştir. Eserin yazarı olan İranlı şair Ferîdüddin-i Attâr‘ın (1193-1235) yazmış olduğu alegorik Farsça bir yapıdır. Aynı zamanda İslam klasikleri arasında sayılıp, dini bakış açısı olan Mantıku’t- Tayr, konuyu işleyişi ve kavram bakımından Kur’an-ı Kerim’de de geçer. Hamd, tevhid, mûnâcâat, n’ât ve dört halife ile girişe başlayan mesnevi, 1187 yılında tamamlandığı kaydedilen bir hatimeyle de sona erer.
Sevilen ve saygı görülen İranlı şair, başta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Galip ve diğer mutasavvıflar tarafından yüceltilir. Attâr, çoğu günümüze kadar ulaşan bu eser gibi pek çok eser de bırakmıştır.
Döneminin en büyük şairlerinden ve din bilginlerinden sayılan Ferîdüddin-i Attar, zühd (dünya nimetlerine yüz çevirme) ve takvâ (Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınma) sahibi bir insandı. Yazmış olduğu eserin güçlü ve etkili olmasından etkilenen şairlerden; Gülşehrî (XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın ilk yarısı), bu eseri esas alarak aynı adla Türkçe bir mesnevi yazmıştır, çevirisini yaptığı Mantıku’t Tayr eserini çevirirken yaptığı farklılıklar, yorumları ve eklemiş olduğu zengin içerik sebebiyle, Gülşehri Türk edebiyatının ilk hikâye yazarı olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Gülşehri’nin dönemin zihniyetine karşın Mantıku’t Tayr eserini Türkçe yazması da başlı başına bir olaydır ve bununla beraber Türkçe’ye olan hayranlığını da göstermiş oluyor.
Bunun yanında Türkçeyle beraber Almanca, İngilizce (The conference of bird) ve Arapça gibi bir çok dile de çevrilmiştir. Eserin klâsik Türk edebiyatında dört önemli tercümesi bilinmektedir. Bunlar; Gülşehri’nin muhteva ve şeklini orijinal metinden alarak eklemeler yaptığı eser, Şemsettin Sivâsi’nin mensur tercümesi, Fahri’nin manzum şekilde yaptığı tercüme ve cumhuriyet döneminde yapılan -bu dönemde birçok Mantuku’t Tayr tercümesi yapılmıştır- en önemli tercüme olan Abdulbâki Gölpınarlı tercümesidir.
Kitabın amacı metaforik bir şekilde hayvanlar üzerinden İnsanların ders alması gereken konular ele alınmıştır. Tasavvuf üzerine yazılan bu eser; başta Mevlana hazretlerinin mesnevisi olmak üzere bunun gibi büyük baş yapıtların esin kaynağı olmayı başarmıştır. Soyut âlemi somutlaştırarak teşbih, kişileştirme ve intak gibi sanatları hedef alarak yazılmıştır. “Kalp gözüyle görme” yetisine sahip biri haline ulaştıran eser; insanlara, tanrının vahdeti vücudunu (birliğini) somutlaştırarak kuşlar üzerinden, emsalleri kesinleştirerek anlatılıyor.
Değerlendirmeler
Mantıku’t Tayr Hz.Süleyman’a eşlik eden mahremi ve postacısı (Neml Suresi 20-30 ayetler) efsanevi, mürşit sayılan hüdhüd kuşunun bilgeliğinden diğer kuşların ve kendisinin nizam ve
intizamsız olamayacaklarını düşündüklerinden kendilerine padişah arama yolculuğunda kaf dağına kadar süren, mürşidleri hüdhüd tarafından rehberlik edilmiş bir yolculuk.
Yolculuğa çıkmış olan her kuşa bir insani nefis atfediliyor, duygunun ağırlığına göre karşılarına çıkan zorluklarla mücadele etme ve pes etme olayları göz önüne gelirken, ev sahibi hüdhüd onlara salih yolu anlattıktan sonra yollarından çekilir. Nefsiyle sınanan her kuş hatasını anlayıp ham olmaktan çıkıp pişmeye yol aldığı vakalarla karşılaşır ve tekrar hüdhüdle yola devam ederler.
Başta hüdhüdle beraber yola çıkmaya karar veren binlerce kuştan; bülbül, papağan, tavus, kaz, keklik, hûma, doğan, balıkçıl, baykuş ve diğer bazı kuşlar kararlarından tek tek vazgeçerler. Fakat bunlarla karşılaşabileceğini daha önceden düşünen mürşitleri, pes etmeden defalarca dönmemeleri için ikna cümlelerini sarf etmekten geri kalmamıştır. Binlerce kuşla yola çıkılan bu semavi yolculuk hâliyle kolay olmamıştır. Çünkü önlerinde bulunan istek, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena gibi nefsi zorlayan, nefsani duygulara hazırlanmış vadiler vardır, bu vadileri kimisi geçemedi, kimisi yemek bulmak için tekrar yeryüzüne iner ve kimiside açlıktan öldü.
Binlerce kuştan geriye kalan otuz kişilik grubun Kaf dağına ulaşabilmesi için sarf ettikleri bu mücadele sonunda padişahları olan simurg (zümrüdü anka) kuşuna kavuşurlar. Simurg kuşunda aradıkları şeyin, vahdeti vücud olduğunu anlamaları ile aslında bu padişahlarının kendilerine tutulmuş bir ayna olduğunu, hepsinin yekten varolduklarını görmüş olurlar ve
fâni olmaktan çıkıp bakî olmaya yüz tutarlar.
Nitekim simurg Farsça da “otuz kuş” anlamına gelerek vahdeti temsil edip ona gelen kuşlara hedef olarak seçilmişti.
İçeriğinde anlatılan ve konuşturma sanatından yararlanılarak hayvanlara atfedilen bu özellikle de fabla benzer tarzda yazılan ve incelenmek üzere ele alınan eserin, başlığıyla iyi bir uyum içerisinde olduğunu görüyoruz.
Feriduddin Atâr yekliği, okuyucuya aktarabilmekte başarılı olmuş mudur sorusu akıllara geliyor. Bu soruya, hikayenin sonunda ayna oluşu her şeyi aslında basitçe göstermiştir ve tasavvufun anlaşılması için dünya diliyle yazmıştır.
Anlaşılması için parça olarak okunmasından çok bütüne bakılması gereken bir hazine, aynı zamanda manevi gözle anlaşılabilecek bir değerde okunmalı. Bazı yerde hikayelerin değersiz gibi görünüşü aslında parça olarak bakılmasından kaynaklanmaktadır. Düşünme gücümüzü kullandırarak görmemize vesile oluyor. Farklı kuşlar, farklı hayatlar ve farklı nefsani zorluklarla herkesin kendine kolayca pay biçeceği bir alegorik eser olmuştur. Herhangi bir roman okur gibi okuyanlar için beyitlerin çokluğu sıkıcı gelebilir.