Bana bugün ne yapmalı diye soracak olurlarsa, ancak önce kendini düzeltmelisin diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse bu temel ilke ancak şu olabilir: Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.
Oğuz Atay
Sartre göre varoluş, insanda ama yalnız insanda, özden önce gelir. Bu demektir ki insan önce vardır; sonra şöyle ya da böyle olur. Çünkü o özünü kendisi yaratır. Nasıl mı? Şöyle: “Dünyaya atılarak, orada acı çekerek, savaşarak, yavaş yavaş kendisi belirler. Bu belirleme yolu hiç kapanmaz..”
Samuel Beckett, Molloy’a daha ilk cümlelerden itibaren varoluşunu sorgulatmaktadır. Bir kendini tanımlama söz konusudur. “Kimim ben, neyim ben?, Nasıl geldim?, Nerdeyim? gibi sorularla varoluşunu sorgulayarak kendini tanıma yoluna sokar. Bunlar, benliğini bulmasına yardımcı sorulardır. Özünü arayan her kişi, kendisine bu gibi sorular sorar. Sonra yaşadığı bu dünya; çok acımasız, pis, psikolojik ve fizyolojik yıkımların olduğu bir yerdir. Zaten yaşadığı yerde hiçbir şey düzgün ilerlemiyorsa bireyde normallik aramak anormallik olur. Bilinç ve bellek parçalanması, toplumdaki kaostan, huzursuzluktan kaynaklanır. Bu durumda güçlü kalanlar gider ya da Molloy gibi bir deliğe tıkanır. Beckett, Molloy’u güzel bir deliğe tıkar, nerede olduğu bilinmemektedir. Çünkü kafalar âdeta sakattır. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” adlı eserinin 149.syf’da “tutunamayan” ne demek ondan bahseder. Burada tutunamayan üzerinden ağır bir toplum eleştirisi yapar. Hayatın tutarsız olduğunu ortaya koyan kişi zaten tutunamaz. Kalıplaşmış hayatın tutarsızlığında insanların kalıplaşmış şekilleri ve kendileri olamamalarına karşı yöneltilen eleştiri vardır. Bireyin kendisi olamamasının hastalıklı ruh halinin nedeni toplumdur. İnsanların yaşayıp giden yanlışlıklara ilişkin hiçbir tepkisi yoktur, her şeyi kabullenmektedir. Bilinç sürekli akar, mantık yoktur ama yazılanlara baktığımızda sıradan birinin yazmadığını, aydın birinin kaleminden çıktığı görülmektedir. Molloy, geçmişe gider, annesinden bahseder. Bunlar eski zaman elbiseleridir. Geçmiş peşlerini bırakmaz. Tüm geçmiş göz önüne gelmektedir, an yaşanmaz, bedeni burada ama beynini geçmiş zamandadır. Tutunamayanlar adlı eserde Turgut: “Selim’in annesi şunları şunları diyebilir.” diyerek beyninin geçmişte yaşatır. Bu bir nevi iç zaman ile dış zaman çatışmasıdır. Dış zaman ilerler, iç zaman buna yetişemez. Bunun nedeni ise öz arayıştır. 34.syf’da Turgut “Öz-BEN” diyerek bu arayışı yaptığını göstermektedir. Turgut öz arayışındadır, ben olmayacaktır. Olric ortaya çıkacaktır. Kimse kendinden memnun değil, kendisi değildir. Hep birbirinin yerini almak düşüncesindedir. Turgut, Selim olacak sonra Olric oluşacak bu da öz arayışının en güzel örneğini oluşturacaktır. Biz bir sistemin içerisindeyiz. Küresel Köyde Hayat adlı eserde, Hayat, “Ben sizin gibi olmayacağım” dese de sonunda o da bu sistemin içerisinde yok olacak. Birey benini sorgularken bilinci sürekli akar. Geçmişten önemli isimler verir, çöp yığınları gibi üzerine biriken yaşamdır bu. Turgut da geçmişten önemli isimler verir. Turgut, Selim’i unutamaz, sürekli geçmişten kişilere göndermeler yapar. Geçmiş zaman elbiseleri peşini bir türlü bırakmaz. Turgut hem kendini hem Selim’i sorgulamaktadır. Beyni o kadar doludur ki susmaz. Susmayan bir beyin hep vardır. Samuel Beckett’in “Adlandırılmayan” kısmında da bu görülmektedir. Son nefesini veresiye kadar yazacaktır. Küçüçük bir kurtçuğa dönüşecek yine yazacaktır. Âdeta beni ölüm gelesiye kadar yazacaktır. Ontolojik bir sorgulama vardır. Varoluşunu sorgulama, kimlik çatışması sonucu herkes birbiri olmuştur. Bir türlü birey kendi olmamaktır. Hep bir arayış vardır, bu arayış sayesinde bilinç sürekli akacaktır. Toplumdaki kaostan kaynaklanan bilinç, bellek parçalanması yaşanmaktadır. Eller, ayaklar hiçbir işe yaramaz çünkü fizyolojik ve psikolojik olarak yıkımdadırlar. Dünyada kaos vardır, insanlar bu kaostan doğan umutsuzlukları görecek ya kafalarından ya da vücutlarından sakat olacaktır. Leyla Erbil bunu tüm eserlerinde yapar. “Bir dakika ilacımı içip geleceğim.”der. Geçmiş, an, gelecek çatışacak andan zevk alınmayacaktır, gelecekte saçma, faraziler vardır. İnsanlar bunalım içerisindedir, mutlulukları anlıktır. Gerek Turgut gerek Molloy gerekse Molane’da bunu görmek mümkündür. “Tutunamayanlar”da Turgut, “Gidelim Olric”der. Olric yoktur kendine der. Kafasından altı ses çıkar. Tamamen içe kapanıklık hali, bireyin bunalımlı dönemi ve şizofrenik davranışları dikkati çeker. Kısır, iğdiş edilmiş, yitik bir toplumun ürünüdür. Hem ruhen hem bedenen yitik olacaktır. Bireyin bozuk psikolojileri, şizofrenik davranışlara sebep olacaktır. Bunalımlı dönemde birey sıkıştırılmıştır, kısırlaştırılmıştır, iğdiş edilmiştir. Ne kendinden ne çevresinden ne de toplumundan memnun olmaktadır. Molloy’da da Molena’da da abuk sabuk hayaller, bilinç akışındaki felsefi sorgulamalar ile çarpışacaktır. Molloy’un 13.syf’da bilinç yitiktir ama hala yazma düşüncesindedir. ”Yazım kurallarını unuttum, sözcüklerin yarısını da.” derken kalemi onun sığınağıdır, kendini var etme mücadelesini sürdürdüğü, benini, özünü bulacağı, mücadele ettiği yerdir. Molloy kendini tehlikede hisseder, bedenini, ruhunu tehlikede hisseder. Onca masumluğuna karşın tehlikede hisseder. Sonra kendine sorular yöneltir. “Masumluğun işi ne burada?, Kötülüğün sayısız neferiyle ne ilişkisi var?” diyerek ontolojik sorgulama yapar. S.Beckett anlattıklarının deli saçması olduğunu bunu da bilerek yaptığı göstermektedir. Sonra bilincinin sürekli aktığını şu sözlerden anlıyoruz. “Biraz sonra ineklerden, gökyüzünden söz edeceğim, göreceksiniz.” Molloy’da birey 24.syf’da kendi olamamasından yakınır. Yöneltilen sorulara verilen cevapların içtenlikle vermediğini söyleyecektir. Çünkü kendi istediği şekilde dile getirse toplum düzenini ve ahlakını zedeleceğini dile getirir.Bir yerde de yaban olmaktan çekinme söz konusudur. Bilinç akışından dökülenleri sakatlığı üzerine abuk sabuk şeyler söylemeye koyulması olarak nitelendirecektir. 25.syf’da Molloy “Bütün dış görünüşüme karşın nasıl da çaresiz olduğumu ama bu çaresizlik içinde de patlamaya hazır yanardağ andıran bir güç gizlediğini hissedebilmek için onların arasından kendimi benim yerime koyacak biri çıkar mıydı acaba?” diye sorarak bireyin patlama noktasında olduğu göstermektedir. Oğuz Atay, 93.syf’da müthiş bir varoluş sorgulaması yapar.”Kendini çözemeyen insan kendi dışında hiçbir şeyi çözemez.” diyerek varlığa, öze olan vurguyu gösterir. 97.syf’da Atay, insanın kendini tanıması gerektiğinden ve en çok kendisi ile ilgilenmesi gerektiğinden bahseder.Toplumsal normların kendimiz olması üzerindeki etkisinden bahseder. 138.syf’da Oğuz Atay, bilincini Orta Asya’dan Anavatana göçmeden önceki kabile hayatına götürecek. 151.syf’da Atay, kelime ve yalnızlık üzerinde duracak. Yokluk varlıktan önce vardı. Yokluk insanın içinde kelime ile birlikte yaşadı. Selim’in kendini kelimeler ile beslediğinden bahseder. Kelimeler insanın aklına geldikçe bireyin yalnızlığının büyüdüğünü söylemektedir. İnsanın düşünceleri ile var olduğundan bahseder. 163.syf’da yine Atay, elimizin, kolumuzun, kendi olamayışlarımızı bebekken kundaklanmamıza götürerek bilincini ontolojik sorgulamalar yaptırır. Dandini dastanalar ile bizi daha küçükken uyutmalarına karşı sorgulamalar vardır. S.Beckett, Molloy kısmının 31.syf’da “Bütün söz konusu olduğunda çaresiz kalıyor insan. Belki de ölümden önce bütün diye bir şey yok.” derken varlıktan önce yokluk vardı felsefesine giderek varlığın özünü yoklukta bulur. Yine 44.syf’da “…İnsanları çok az tanıdığım ve varoluş kavramının da ne anlama geldiğini bilmediğim için bu konu üzerinde düşüncelerim hep korkunç bulanık olmuştu.” Ben olmayan herkese “ben” belirsiz ve korkunç bulanık geldiğini görülmektedir.
73.syf’da Molloy “Sabahın gizlenme zamanı olduğundan bahseder. Kendi olamayan insanlar için diri ve neşeli, düzene, güzelliğe ve adalete susamış olarak uyanırlar. Varoluşunu arayanlardan da bunu beklerler gibi bilincinden dökülen sözcüklerden onun ontolojik sorgulamaları görülmektedir. Beckett ölümü de Molloy’a sorgulatır. Beckett kendi kabuğuna, mağarasına çekilenlerin de bir bedel ödeceğini söylemektedir. Beckett, Molloy kısmının 111.syf’da insanların inançlarını sömüren, kendi olmaya çalışan insanın uyumayı başarması olanaksızdır. Kendi olma acısı sınırsız olduğunda uyumanın kolay olmadığına değinir. Beckett, var olmayan insanın, kendisinden habersiz olduğunu suskunluğundan habersiz olup sustuğunu, var olmayı başaramadığı için var olmayı bıraktığını dile getirerek düşüncelerini noktalar.